Ana içeriğe atla
ölümden ben de korkmadım; hatta kendi ölümümden hiç... sadece geride bırakacaklarıma vereceğim hüzünden çekindim ve onların bana verecekleri hüzünden, ayrılık ile yoksunluk hissinden...

mutlu ayrılık yoktur... her ayrılık mutsuzluğu da sürükler peşinden, ama büyük, ama küçük... mutsuz ayrılıklarda yoksunluğa alışmak daha kolaydır... güzel anılar hatırlanır, lakin sonra "ama"lar, "neden"ler, "öfke"ler, belki "lanet"ler gelir... kişi avunmanın yolunu mutlaka bulur... ama her şey iyiyse, alışkanlık varsa ve sorun yoksa -hiç ciddi boyutlarda olmadıysa- ayrılık geldiğinde kişi önceleri avutamaz kendini... sorular gelir sade... "neden ben?", "neden şimdi?", "nasıl alışacağım?", "nasıl dayanacağım?"... avunmak zordur... sebep bulmak imkansızdır... isyan büyür içinde... büyür, gün gelir patlar, ama zararı kendinedir... zaman geçer... acılar görünmez hale gelir, gözlere yerleşir... yeri geldiğinde görünür olur sadece...

"zaman"ı öne sürerler çoğu kez... oysa zaman yardımcı olmaz, hiçbir yarayı sarmaz, hiçbir acıyı dindirmez... "işe yarar" diyenler yalan söyleyenlerdir... kişinin kendisinde biter her şey... olmayacak sanırsın, yine de alışırsın... insanoğlunun en garip huyudur alışmak... istemesen de alışırsın garip bir genetik şifreyle... ama yine de onsuzluk, yoksunluk acı gelir... hele bir de hiç dönmeyeceğini, onu bir daha hiç görmeyeceğini, kokusunu hiç duyamayacağını düşünmek; acıdan ötedir.

hayat felsefeleri olan biri değilim ama şunu hep uygulamaya çalışırım yaşamımda, "unutmak öldürmektir." belki bir avuntu yolu, belki büyük bir yalan, belki de... bilmiyorum, sen ne dersen de... ben unutmadıkça, benimle yaşayacak herkes ve her şey...

zamansız ayrılıklara gelince... bilmem ki, zamanlı ayrılık var mı? ben hiç "giden"lerden olmadım ki... kaç yaşında olursan ol, ne tür bir ilişki yaşarsan yaşa, "gitmek" isteyen için mutlaka "zamanlı" olacak, ama kalan için hep "zamansız", "apansız"...

neyse başını şişirdim... afedersin... ve sustum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

((: herkese iyi bayramlar :))