Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

tante rosa

bugün bir ara canım sıkıldı, ne okusam diye düşünürken aklıma tante rosa geldi... başkalarını bilmem, ama benim için özel bir kitaptır. küçük, sevimli resimleri vardır ve inceliği içine bir dolu şey sığdırmıştır. arka kapağında şunlar yazar: ilk yayımlandığında 'yerli' olmamakla eleştirilen tante rosa, sevgi soysal'ın, sinemaya da uyarlanan en özgün eseridir. bir roman bütünlüğüne sahip olacak şekilde birbirine ustalıkla bağlanmış on dört hikâyenin ana konusu kadınlık ikilemleridir. sevgi soysal'ın, o kendine özgü ironisiyle anlattığı tante rosa, yaşamın kurallarına ve sınırlandırmalarına başkaldıran, ancak kadınlığına hapsolduğu için hep yenilen biridir. o, 'bütün kadınca bilemeyişlerin tek adıdır. sevgi soysal ın kaleminden söyleyecek olursak da: yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. bu tante rosa demektir. her okuduğumda biraz daha sevdiğim bir kitaptır tante rosa ... altı çizili birçok cümle ya da paragraf olsa da, tante rosa denilince en önce dilime

hazırlıksız öykü

Ey okuyucu! Hüzünlü coğrafyamda geçer bu adını koyamadığım, hazırlıksız öykü. Hazırlıksız diyorum, çünkü gerçek başladı lakin geçecek yol bulamadı; şimdi düşlerde akmakta geceleri. Bir varmış bir yokmuş derlerdi, masallar anlatırlardı devli perili –ki iyiler kazanırdı istisnasız, iyi olmamız istenirdi–, masallar anlatırlardı sonları mutlu biten. Biterdi masallar, gerçek evlerin içine dek sokulmuş olurdu, saklanırdı -ki kısmen pusuya yatardı-, ispatlamak için masalların sahteliğini. Hüzünlü coğrafyamda iki duvar vardı, biri yaşam, biri ölüm arada acı akardı. Bereketli topraklarım ki bu acıyla sulanırdı. İzlerlerdi yolcular uzaktan sessiz ve kimsesiz duvarların devinimini, anlamlar yüklerlerdi hayvanlara –derlerdi ki baykuşlar yaşardı geceleri ölüm duvarında–, ve inanırlardı bu uydurduklarına. Yanaşmadan geçerdi araçlar. Islıklar, müzik sesleri kesilirdi, konuşmazlardı bile yolcular. Çöl rüzgârına karışırdı korkuları, yanık kokardı duvarın uzağında sevdalar. Zaman geçerdi, belki orada bi

uzun zaman oldu

uzun zaman oldu ayaklarım toprağa değmeyeli, çimlerde uzanıp da üstümü başımı lekelemeyeli, bisiklete binmeyeli... mimozalarımı kapıp anneme gitmeyeli... özledim; uçurtma uçurmayı, toprağa yatıp bulutlara, yıldızlara bakmayı, denize karşı bir bankta oturup huzurla dolmayı... çocukça hayaller kurmayı... uykulu gözlerle sabaha kadar sohbet etmeyi, titreye titreye ağlayıp sızmayı, kapıya gelen çingene çiçekçiyi, ve hatta annemin ayak seslerini... büyümüşüm... anlamamışım... geçen yıllar içimdeki çocukları birer birer öldürmüş, çaresizce boyun eğmişler, sadece bir tanesi kalmış... deliliğime sahip çıkmışım... zira en inatçısıymış... iyi ki de kalmış...

düşten düşen ıslıklar

feyzan'a... düşüyorum… yüksekten, alçaktan, tökezleyip; nereden ve nasıl olduğu önemli değil: DÜŞÜYORUM… görüyorlar beni, yardıma koşmuyorlar… ben de seslenmiyorum, ama görüyorlar. her defasında nasıl kanadığımı görüyorlar… ben kanıyorum, onlar gülüyorlar… ardından düş ü yorum… ayıp düşler görüyorum. sorgusuz bedenler, avlar, avcılar, acımasız cellatlar ve “güzel atlar” görüyorum… keskin bakışlı kadınlar görüyorum, ayyaş erkekler görüyorum ve masum çocuklar… takip ediliyorum! ıssız yollarda karanlık gölgeler, tiz çığlıklar, acemi kahkahalar… takip ediliyorum… boynumda hep iki tane kanlı parmak… yoruyorum… kendimi ve her şeyi… düşleri bile… yoruyorum… bazen iyiye, bazen kötüye… düşüyorum… düştükçe bölünüyorum… bazen keskin bakışlı bir kadına, bazen ayyaş bir erkeğe, bazen masum bir çocuğa bürünüyorum… bulanıyorum kirli renklere… ben parlak renkler düşlüyorum, her defasında kırmızıyla kirlenip, siyahla siliniyorum. umutlar topluyorum; hayata bir yerinden tutunmak için… tutunacak k

mümkün mü?

Düşünüyor, mümkün müdür, henüz hiçbir Gerçek ve Önemli, görülmemiş, bilinmemiş, söylenmemiş olsun? Mümkün müdür, görmek, düşünmek ve yazmakla binlerce yıl geçmiş bulunsun ve binlerce yıl, tereyağlı bir dilim ekmekle bir elma yenen bir okul teneffüsü gibi kaybedilmiş olsun? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, icatlara, ilerlemelere rağmen, kültüre, dine, felsefeye rağmen hayatın yüzeyinde kalınsın? Mümkün müdür, bilinmesi yine de bir kazanç olan bu yüzeyin üzerine bile yaz tatillerinde üstü örtülen salon mobilyaları gibi, aklın alamayacağı kadar yavan bir örtü çekilmiş olsun? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, bütün dünya tarihi yanlış anlaşılmış olsun? Mümkün müdür, ölen yabancıdan söz edecek yerde, çevresine üşüşen kalabalığı anlatır gibi, hep yığınların lafı edildiği için, geçmiş yanlış olsun? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, insanlar doğmadan önce geçen şeyleri yeniden yaşamak zorunda olduklarını sansınlar? Mümkün müdür, her birine kendinden önceki insanlardan geldiğini hatırlatmak gereksin ve

ile - ilişki defteri

Çeşitli sebeplerden dolayı uzak [ve aldatmak zorunda] kaldığım kitaplarıma geri döndüm bugün... Oruç Arıoba'nın "İle"sini okudum. Hani herkes okuduklarında, izlediklerinde kendi yaşamından bir şeyler arar ya, öyle oldu tabii... Aslında çok şey var yazacak, alıntı yapacak... Bu defalık kısa olsun istedim ve fazlasıyla yaşanmış olanı seçtim... "Korkuyorum - aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorum" dedin: Önceden başkaları ile birlikte yaşadıkların vardı tabii anılarında: onlar, şimdi, yaşamaya girişme durumunda olduğun 'yeni'ye, sanki, bulaşan, 'eski'lerdi. Oysa ilişki, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, sanki hep 'yepyeni' olmak zorundadır: Yeniliğini yitirip, bir kez, eskilerin yinelenmesi hâline girerse, hiçbir şeye de yaramaz duruma düşer.
yine gittin... dört etti bu defa... çok şey söyledin, bense inandım saf gibi... ama bugün gördüm ki hiçbir şey değişmemiş...

çocukluğumuz kin beslemez

hayat monotonluğunu bozmadan ve kimseye sormadan akar gider. her gün biraz daha yaş alırken ve ömründen çalarken insan, şaşırmaz olur yaşananlara… o sıradanlığı bozacak an kapıyı çalıp gelene kadar… gün olur, her şey değişir, yüzüne bir şaşkınlık ifadesi oturur… anlamazlar gülümsemekte misin, ağlamakta mısın gizli gizli… anlamsız gelir pek çok şey, o noktaya nasıl ulaşıldığını düşünürsün, bilmesen de… birlikte büyümüşsünüzdür… çoğu zaman ilk aradığınız, yıllardır tanıdığınızdır. sizi her halinizle görmüştür, utanmadığınız, her şeyi paylaştığınızdır. onunla konuşmak zevklidir, hiç yoktan fırsatlar yaratmaya çalışırsınız görüşmek için. bazen gördüğünüz ufacık bir şey onu hatırlatır, boyuna, parasına bakmadan alırsınız. bilirsiniz, etiketleriniz için yanınızda değildir o, hiçbir çıkarı da yoktur üstelik... çocukluğunuzdur. bir zamanlar neredeyse tüm gününüzü birlikte geçirdiğiniz, birlikte geleceğe dair senaryolar yazdığınız, o senaryoların içine kendinizi yerleştirdiğiniz gibi, sakınmad
bir varlık-yokluk savaşından ibaret yaşam... yokluktan varlığa, sonra yeniden yokluğa doğru bir seyir halindeyken unutuyorsun nefes aldığını...

pufffff

gün boyu hep bu; offf pufff... nereden çıktı şimdi hastalık? boğazım şiş, yutkunmak neredeyse imkansız, kendimi koca kafalı hissediyorum; kafam gövdeme ağır geliyor, hep yatmak istiyorum... çorba, süt, çay, ıhlamur... hep sıvı, hep sıvı... çok sıkıldım yatmaktan da... pufff...