Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

(: mim'im :)

sevgili deep tarafından "yaratıcı blog ödülü"ne layık görülmüşüm... içinde bir mim de barındıran bir ödül bu... mim'e geçmeden önce derim ki, deep; tanımadan sevdiklerimden... gerçi belki onun da aklı selim olması da bu hissi kuvvetlendiriyor olabilir :P şimdi gelelim mim'e; kendi hakkımda 7 ilginç şey yazmalıymışım... ilginç bir insan sayılmam, o nedenle de elde olan malzemeyi kabul edeceksiniz efem :)) 1. rüyalarımı hatırlamaktan korkuyorum... çünkü hatırladığım rüyalar genellikle haberci rüyalar oluyorlar ve çok büyük çoğunlukta kötü olayları haber veriyorlar... 2. 13 sayısını çok severim... "uğur" olayına inanmam ama inansaydım 13 kesinlikle uğurlu sayım olurdu... 3. telefonla konuşmayı hiç sevmiyorum... elimde olsa herkesle yüzyüze görüşeceğim. 4. evde beslenebilecek olsa, kesinlikle at, fok ve baykuş beslerdim... ne alaka bilmiyorum ama yapacak bir şey yok :) 5. ışığı çalıntı da olsa ay ışığını çok seviyorum... ve yakamozları... ve denizi... 6. dizi v

okan ben bi şey söyliiceemm

artık seyirci telefonu alınmasın programa lütfen... muhabbetler dayanılmayacak derecede sıkıcı ve gereksiz oluyor... (hee diyeceksiniz ki, "çok da umursadı!", n'apim, isteyenin bir yüzü....)

zeytin efendi

babam bodrum'da yaşıyor... karşı komşularının çok sevimli bir kuçusu var, adı zeytin... çok meraklı ve hareketli bir hayvancık... mahallede bir şey olsa ilk koşan zeytin... bir muzırlık ya da müzik varsa orada zeytin efendi :)) geçenlerde yağmur yağdıktan sonra, yerdeki su birikintilerinde oluşan kabarcıkları fark etmiş... su üzerinde kayan baloncukları patlatabileceğini keşfettikten sonra zeytin'in eğlencesi başlamış... tabii onu izleyenlere de eğlence... lakin bu eğlence alışkanlık haline gelmiş zeytin'de.. geçenlerde zeytin'in sahibi bizimkilere dert yanıyormuş, kümesteki tüm yumurtalar hep kırık, ne oluyor anlamadım diye... birkaç gün takip ettikten sonra ortaya çıkmış ki, zeytin efendi yumurtalara baloncuk muamelesi yapıyor :D muzır hayvancık :)))

"baba dedik....... ?!"

çocuklar bir alem... yeni nesil hele maşallah çok bilmiş ve korkusuz doğuyor :) bir tanıdığımız, 5 yaşındaki oğluyla dışarıya çıkmış... baba-oğul el ele tutuşmuş yürüyorlarken, ufaklığın gözü oyuncakçının vitrinine takılmış... babamız fark etmiş ama belli etmemiş... bizim ufaklık babasının elini çekiştirmeye, en küçük sesiyle babasına seslenmeye, o duymamazlığa geldikçe de söylenmeye başlamış... babamız yine "bakalım ne yapacak?" diye umursamamış... derken bizim ufaklık bakmış ki dükkandan uzaklaşılıyor, kafasını yukarı kaldırıp, gayet yüksek bir sesle; "yarım saattir baba diyoz eşşoleşek ne bakmıyosun?!" diye seslenince, bizim tanıdık haliyle dumur :D

kırmızı

ve şimdi; bir kadeh kırmızı şarap, günün gerginliğini unutturan...

(: gün ışığı :)

sevgili agresifboy bana gün ışığı ödülü vermiş... kendisine çok çok teşekkür ederek ben de mythemis'e, suskun güvercin'e, deep'e ve karılıksız'a gönderiyorum... yüzümüz ışığa dönük olsun...
http://www.youtube.com/watch?v=5fnqhoS5YwY http://www.youtube.com/watch?v=34wrnNqje7c http://www.youtube.com/watch?v=EY6UxwP9RW4 http://www.youtube.com/watch?v=y8-EVKfiy9k

bulantı

içimde büyümekte ve bir bebek kalbi gibi hızlı atmakta olan bulantı az dur, sonra başla yine, başla ki unutmayayım ihanetin ağulu, kekremsi tadını
sessiz ve derinden kırılıyorum... öyle ince ki kırılışlarım, yansısa da tenime; fark etmiyorlar bile... bir "özen" istiyorum, bir de görmeyi öğrenmelerini... böyle umarsız, böyle bencil yaşayamacaklarını anlasınlar artık ya da seçsinler hayattaki önceliklerini... kendim için de, inceliklerimden vazgeçebilmeyi diliyorum... kırılgan olmamayı bir de... biraz taş kalpli, biraz umarsız olabilsem ben de...

ben, kendim V

iris hakkında gereksiz bilgiler ansiklopedisi, cilt 5 özel basım, resimli cilt * çocukluğumdan kalma bi tane düzgün fotoğrağım yok... hepsinde ya koltuk, ya salıncak ya da merdiven tepesindeyim... bi de kabul ediyorum hafiften (!) pofudukmuşum... bkz: * yaşayarak öğrenen tiplerdenim... zamanında elimi dikiş makinasında diktikten sonra, elimi her yere sokmamam gerektiğini öğrendim... ve cidden bir musibet, bin nasihatten iyi geldi... valla bak.. * küçüklüğümde yemekle ve uykuyla ilgili ciddi problemim varmış... uyumak bilmezmişim ve yemekten hiç hoşlanmazmışım... babannesi tarafından büyütülen bir çocuk olarak cidden ona olan borcumu ödeyemem... beni uyuturken uyuyakaldığını ve benim göz kapaklarımın ardına yapışıkmışcasına açık kaldığını belgeleyen bir sürü fotoğrafımız var... ayrıca ciddi manada huysuz olduğumdan kadıncağız bana tek başına yemek yediremiyormuş... annemin işi uzak diye, halam her öğle arasında işten çıkar, bize gelir, babannemle ikisi bir olup bana zorla yemek yedirir,

boncuğum

sayın seyirciler benim küçük boncuğum büyümüş de adım atmaya başlamış... yani artık daha yaramaz :D annesi sürekli peşinde... daha kurtlusunu görmedim, ama çok çok tatlı... annesiii burdan sana sesleniyorum, çabuk istanbul'a gelin... biz de ahmet kerem'i mıncıklaya mıncıklaya sevelim şöyle doya doya :))[maşallah benim kuzuma]

sulu zırtlak

pufff.................. iyileştim, sesim düzeldi derken, bünye boşaltıma geçti... galiba bu apti bünye fazla suyu atıyo :P gözüm, burnum, her bi yanım akıyo hıhh! bi de sürekli hapşıı tıkşıı... bi de beynim uyuşuk, bi de kafamı kocaman hissediyorum... hapşırıklı ve somurtkan karışımı bi şirin oldum... ama du bi dakka yaa; sankim o yedi cücüklerde vardı di mii? hıı hııı... düzeltelim, hapşırıklı ve somurtkan karışımı bi cücük oldum efem... yakın bi arkideşimle konuşuyordum az önce, "iyileştin mi?" diye sorunca, "ıhh ıhhh" dedim, "çeşmeye döndüm.", "hehehe" dedi, "çok sulusun tabii normal, azcık ciddi ol canım" dedi :)) annem de cıvıdığımda "sulu zırtlak" derdi, amaa napim, hayat öylee hep ciddi geçer mi?

irisin hafta sonusu

ah be bilokcan ayrı gayrı kaldık kaç gündür... sınav sorusu hazırlamaktan başka bir şeye bakamadım ki! malum okulların yarı yıl tatiline girmesine az kaldı. bu hafta sınav haftası... 8 sınıfım var, kolay okuyayım diye test yapayım dedim, lakin hazırlaması çok eziyetli... malum kopya olayını biraz da olsa engelleyeyim diye a/b grubu yapmak ve her teste 20şer soru koymak... ayyhhh, çığlık atarak koşmak istiyorum :D şebnem ferah konserine gidemedik bilokcum... gerçi iyi de oldu, ben o sesle oraya gitseydim, bağıra çağıra şeboya eşlik etseydim benim halim nice olurdu? bunun yerine o gece beni yoldan çıkararak, gecenin bi vakti sinemaya götürdüler... başta "ben hastayım yafuu, bana dokunmayın, siz gidin!" diye huysuzluk ettiysem de dinlemediler tabii, iyi ki de dinlememişler... soul kitchen'a gittik... beneritom ve dereotundannefretedenadamcığımla birlikte... konserden daha makbule geçti efem... eğlendik, müziklere bayıldık, oturduğumuz yerde kıvrıldık büküldük, güldük... sonr

ayna

ayna ki, sırları tutar içinde - dökülmüş olsalar da... beni şimdi ayna say, içinde sen olan sırlarıyla... ben, sen ve ayna gecenin karanlığında adı "aşk" olan huzursuzlukla yoksulluk çekmekteyken ve izlemekteyken zamanı usulca soluyor mavisi göğün. siyah-beyaz suretlerimiz yansıyor titriyor soluğumuz havada. ve kırık düşlerimizle sabitiz... belirmişken kim "taklit ediyor" diyebilir aynaya!

alıntı

" İnsan kadife bir hatıradan başka nedir ki? Geçmiş: üstümüzü her gece onunla örttüğümüz... uykuların derininde kor yankılarına düşer gibi olduğumuz ve sonra unuttuğumuz. Dağın doruğu ile dağın derini arasındaki mesafeden başka nedir ki insan: derininde kor tutmuş haller, doruğunda ıssızlık bilgisi... Güne ait sesler çoğaldığında hatıranın kendisi de kokusu da silikleşecek... ve, insan sabahın nemi kadar sessiz olmayı isteyecek. " (Birhan Keskin; Kim Bağışlayacak Beni)

günün şarkısı, believe in love

en erkekinden ölmüş bir fatma

içimde bir erkek varmış da benim haberim yokmuş! "hani sen erkek fatmaydın?" diyeceksiniz, tamam erkek fatmaydım da fatmaydım sonuçta... bu hastalık "fatma"yı öldürdü, "erkek"i kaldı!

aşk

öyle tuhaf bir güçtür ki; yapıma da yıkıma da hükmetmektedir gizli kalesinde. karşıt güçlerin aynı sonsuz amaç için çarpışıp bütünleşmesidir. akli olanı delirtir de, deliye bir şey yapmaz pek, zaten o çoktan tatmıştır onun kekremsi meyinden. o 'mey'in tadı öyledir ki; ya taşı "dîl"lendirir, ya dilbâzı lal eder; ya açtırır gözlerini, ya âmâ eder... o öyle bir 'mey'dir ki; "yokluğa da varlığa da değer..."

:(((

cumartesi günü şebnem ferah konserine gidecektik, sevgili dereotundannefretedenadamcığım, mythemisciğim ve bizim tayfayla birlikte... fakat elde olmayan bazı üzücü sebeplerle iptal ettik... normal şartlar altında planın iptal olmasına üzülmeliydim -ki üzgündüm de- lakin eve geldiğim saatten bu yana yatıyorum... üzerimde battaniye, elimde sürekli yenilenen sıcak içecekler; bi ıhlamur, bi ekinezya çayı (ıykk ikisinden de nefret ederim!) sesim kısık -daha doğrusu kadın bedenine hapsedilmiş bir erkek sesiyle konuşuyorum!-, boğazım acıyor, öksürüyorum, üstelik nezleyle birlikte faranjitim de azmış, daha ne olsun?! üstelik konuşmak uzun zamandır böyle azap verici olmamıştı bühiii bühiiii :(

eski

bazen söz tükenir, mecali kalmaz "dil"in... can parçalanmış, ruh uçmaya mail, beden yaşamaya teşne... zamansa ayaklanmış, her şeyi eskitmek üzere...

dinlen(me)!

benim "dinlenme"yi öğrenmem gerek... bu konuyla ilgili kurs murs varsa, gidicem artık, canıma tak etti... sanki birisi mabadıma pervane takmış, dönüşünü son hıza ayarlamış... oturmak bana haram... sürekli bir şeyler yapıyorum, dışarı çıkıyorum falan... otursana evinde sıcacık, mis gibi! yayıl azıcık! yok ama yok, benimkisi rahat batması!

sıkıntı

içimde bir sıkıntı var... belli belirsiz bir tomurcuktu önceleri, sonra açıldı, saçıldı, dallandı, budaklandı... sardı ruhumu, tenimi, bedenimi ele geçirdi. öyle büyük ki, şimdi avazım bile takılmış kalmış boğazıma... içim dipsiz bir kuyu... soğuk, karanlık ve yanıtsız sorulardan örülü duvarlarla kaplı... sanki iki ben var; biri kuyuya, diğeri kuyunun dışına hapis... ve yalnızlık, ezeli bir alışkanlık...

yaşasın delilik!

bir varmış, bir yokmuş... develer tellal iken, pireler berber iken, ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, eskilerden sayılır bir oyun varmış... bir "devekuşu kabare" oyunuymuş bu... oyunda bir düşünen adam -hani şu bizde ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin, avrupa'da üniversitelerin bahçesinde oturan-, bir deli, bir de deliler korosu varmış... an gelmiş, düşünen adam canlanmış ve dile gelmiş... bunlar başta tatlı tatlı konuşurlarken, sonra iş tartışmaya varmış... sebebine gelince, bizim düşünen adamımız "akıl"ı övmeye kalkmış, deliler bu işe şaşmış, düşünen adam'ı yuhlamış, delimiz ona karşı çıkmış... azıcık atışmışlar, sonunda bir karara varmışlar, mutlu mesut yaşamışlar... tüm bunlar nasıl mı olmuş? buyrun bakalım, öğrenelim... (koro) aahhh ahhh ahhh, bakın bakın galiba kıyamet yakın, bu ne mucize bu ne bayram, sonunda canlandı düşünen adam. (düşünen adam) tarihte benden uzun benden çok, benden derin düşünen yok.. (koro) çok doğru kaç yüz sen

...

bazen ona o kadar kırılıyorum ki, toz gibi, un gibi, sanki hiç tüm, sanki hiç var olmamışım gibi...