Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz

Floransa Büyücüsü - Alıntılar

"Şah, 'eğer bir tanrıtanımaz olsaydın, birbâl,' diye meydan okudu başvezirine, 'ulvi dinlere inanan dini bütün insanlara ne söylerdin?' trivikrampurlu inançlı bir brahman olan raca birbâl tereddüt etmeden yanıt verdi: 'onlara, fikrimce hepsinin benim gibi tanrıtanımaz olduğunu söylerdim, çünkü alt tarafı benim inandığımın bir fazlasına inanıyorlar.' 'nasıl yani?' diye sordu şah. 'dini bütün insanların hepsinin, kendi tanrılarından başka her tanrıya inanmamak için makul gerekçeleri var.' dedi birbâl, 'dolayısıyla hiçbir tanrıya inanmamak için ihtiyaç duyduğum makul gerekçeleri onlardan öğreniyorum." "mesela, bir dine hakikate götürdüğü için değil de sırf ecdadının inancı olduğu için sıkı sıkı bağlanmanın niçin gerekli olduğunu sorgulamak istiyordu. inanç, inanç değil de basit bir aile alışkanlığı mıydı yani? belki de gerçek bir din yoktu, belki de sadece sonsuzca kuşaktan kuşağa devretme vardı. üstelik insan bir hatayı da bir

Shantaram - Alıntılar

* Bir adamın kalbinde ne kadar kötülük olduğunu ancak gülümsediğinde görebilirsiniz. * Küçük düşürüldüğümüzde hissettiğimiz utancın bir kısmı da insan olmaktan duyduğumuz utançtır.  * Suçluluk, üzerimize sapladığımız bıçağın kabzasıdır, aşk ise bıçağın kendisidir. Ama bıçağı keskin tutan endişedir. Sonunda hepimiz endişeye mağlup oluruz. * Zalimlik aynı zamanda bir çeşit korkaklıktır. Zalimce bir kahkaha yalnız değilken korkakların ağlama şeklidir. Acı çektirerek de yas tutar böyle insanlar. * Yani her şeyi olduğundan ya da gerektiğinden daha zor hale getiriyorsunuz. Hayatın gerçekleri oldukça basittir. İlk başlarda hayvanlardan, havadan, ağaçlardan, gecenin karanlığından, yani birbirimizden başka her şeyden korkuyorduk. Şimdi ise birbirimiz dışında hemen hemen hiçbir şeyden korkmaz hale geldik. Kimse diğerinin neyi, neden yaptığını bilmiyor. Kimse doğruları söylemiyor. Kimse mutlu değil. Kimse güvende değil. Dünyada yanlış olan onca şey arasın

Shantaram

İçerisinde otobiyografik ögeler de barındıran, birinci ağızdan yazılmış, kurgusu, karakter yaratımları ve mumbai  (bombay)   betimlemelerinde oldukça başarılı bir roman.   Yazar betimlemelerde öyle başarılı ki okurken kendinizi kaptırıp eserin içine giriyorsunuz, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz, şaşırıyorsunuz, ama her şeyden çok merak ediyorsunuz... Son birkaç bölümü ve bitişi, beni iyi bir okuyucu olarak tatmin etmediyse de yine de kitabı sevdim...   Ve sanırım en çok da Prabaker'ı sevdim. Kitabı okurken Prabaker benim de arkadaşım oldu, gülüşü günümü aydınlattı. Karla'ya gıcık oldum. muhteşem güzelliği için değil, güvensizliği ve sadece insanlara karşı değil aşka karşı da içten pazarlıklı yaklaştığı için; Kadirbhai'yi hem sevdim, hem yıkıcılığından nefret ettim... Didier ile içmeyi, Johnny Cigar'ı, Vikram'ı, Lettie'yi tanımayı istedim... Yazara, yani Lin'e ya da diğer adlarından yalnızca biri Shantaram'a (anlamı Marathi dilinde: "Tanrı'nı

aşk diyorlar adına...

bu ara o kadar çok konuştuk, o kadar çok tartıştık ki yazmasam olmaz seviyesindeyim. konu, hepimizin aşina olduğu bir şey aslında: aşk... aşktan bahsedelim... ama sonradan sevgiye dönüşen, güzellikler yaşatan, uzun soluklu aşktan değil... platonik aşktan da değil... zarar veren, bazen de yok oluşumuz olan aşktan... bizi bazen öldüren, bazen de öldürmeyip güçlendiren aşktan (ah nietzsche, kulakların çınlar mı bilmem) seçimlerimizden yani, yanlış seçimlerimizden... aşk, tuhaf bir duygu.. güçlü de... o kadar güçlü ki birbirine zıt duyguları aynı anda yaşayıp şaşırmıyorsunuz. kendinizi her şeye muktedirmişsiniz gibi hissediyorsunuz.  o kadar ki hiçbir sorun önemli gözükmüyor size... bencil oluşu, cimri oluşu, sadist oluşu, mazoşist oluşu, kendisiyle ilgili problemleri oluşu, ailesine, hayata karşı duruşu, bağımlı oluşu, evli oluşu... her şey normal, her sorun aşılabilir geliyor.  yaşamak istiyorsunuz sadece, ne olacağını, nasıl olacağını düşünmeden onu yaşamayı... ses

Kar değil hüzün yağıyor...

Dün akşamdan beri lapa lapa kar yağıyor... Üzülüyorum, görüntüsü çok güzel olsa da kar beni neşelendirmiyor. Dışarıdaki milyonlarca can'ı düşünüyorum: çocukları, yaşlıları, kedileri, köpekleri, kuşları, hatta sanırım böceğine kadar... Faydalı olduğu yönleri de biliyorum... Ama onun yanında biliyorum ki çocuklar aç, çocuklar üşümüş... Ben, çevremdekiler elimizden geldiğince el uzatıyoruz elbette, ama hepsine yetişebilmek... Her üşüyeni ısıtıp, her aç kalanı doyurabilmek, hepsine sevgiyle yaklaşıp, hepsine yetebilmek?! Keşke... Ama mümkün değil, biliyorum.... Pek beklentim de kalmadı insanlardan... Kaç kişiyiz? Sen, ben, bizim oğlan şeklinde yetebilmeye, yetişebilmeye çalışıyoruz işte. Güzel havalarda hatırlamıyorsunuz, hiç değilse soğuk havalarda hatırlayın. Bir yerlerde muhtaç insanların, hayvanların olduğunu anımsayın... El uzatın, yardım edin. Merak etmeyin eksilmezsiniz, çoğalırsınız aksine.

Kedi Mektupları - Alıntı

“Gece, belli belirsiz gülümsüyor, insanların bazen ne kadar saf olabileceklerini düşünüyordu. belki de kendilerine bu kadar güvendikleri için bu kadar kolay kandırılabiliyorlar. üstün yaratıklar olduklarına inandıkları için küçümsüyorlar bizleri. küçümsedikçe de, bilmeden güçsüzleşiyorlar aslında.” “(...) bu da biz kedilerin çelişkisi işte. hem bağımlılıktan nefret ederiz, hem de bağlanırız evlere, insanlara.” "Ben hep bıraktım. bırakıldıkça bıraktım. hayal meyal hatırlıyorum: babam ölüp bizi bıraktığında, beni kucağına alıp hoplatan, sevdiğim yemekleri hazırlayan, bizim toprakları komşu çiftlikten ayıran dereye düştüğüm zaman azar işitmeyeyim diye, annem görmeden kurutup giydiren dadımı, çocukluğumu bıraktım. annem yeniden evlendiği zaman annemi -belki de bütün kadınları- bıraktım. dindardım. dünyaya baktım, insanların bu kadar acı çekmesine izin veren allah'ı bıraktım. delikanlıydım, ölesiye seviyordum. benim için evini, ailesini bırakmayan sevgilimi ve kemanımı bır