Ana içeriğe atla

kitaplarım :)

geçtiğimiz pazar ısmarladığım kitaplarım ve dvdlerim dün ulaştı elime... hemen paketi açıp, sevdim onları... yerlerine yatırdım; zira okunma sıraları gelene kadar çalışma masamın üzerinde uyuyacaklar...

farkındayım bu defa birazcık abarttım, on kitap ama ne yapayım? çabuk tüketiyorum galiba, sonra elimde okunacak bir şey kalmıyor... şimdi bunlar beni on-on beş gün kadar idare ederler...

kitaplarıma gelince, Ayrılık Valsi; Milan Kundera, Sisifos Söyleni; Düşüş; A. Camus, Mülksüzler; Bağışlanmanın Dört Yolu; Güçler; Ursula K. Le Guin, Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?; Engin Geçtan, Kitab-ı Aşk; İskender Pala, Yalnızlıklar; Gölgesizler; Hasan Ali Toptaş.

Yalnızlıklar'a başladım bile... Yavaş yavaş okuyacağım, hemen bitirmeyeceğim, öncelik "Erguvan Kapısı"nın :)

Yorumlar

khaos dedi ki…
Hım, ne de güzel, ortalık taze taze kitap koktu, meğersem buradan geliyormuş:)

Okuyunuz, iyi günlerde okuyunuz efem..

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!