Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yaşam, Kayıplar ve Zaman

Bazen kaybettiğimiz zaman anlarız, kaybettiğimizin hayatımızdaki yerini. Doldurulmaz bir boşluk kalır, özlenir… Çoğu zaman elden bir şey gelmez, giden gitmiştir, belki bir el bile sallanamamıştır ardından. Zaman geçer, eksilerek ve yamanarak büyür insan… Ukdeleri birikir, “keşke”ler, “ah”lar, “vah”lar ardı arkası dizilir. Geçmiş, hayallerde yeniden kurgulanır, hatalar yine, yeniden keşfedilir, aynı hataları yapmamak için yeminler edilir, lakin heyhat hatalar süresiz ve değişmezdir. Ve maalesef ki hayat, affetmeyendir.

yüreğime miras

ey okuyucu, bilesin ki bu yazarın yamuktur... ve tüm yamukluğuna karşın gelecek haftaya dışarı çıkmasın da, dinlensin diye her şeyi bu hafta halletmeye çalışan, çabuk yorulan bir moruktur. bir türlü iyileşemedim. biri biterken öbürü başlıyor. elbet bunda benim de payım var, tam düzeliyor gibi oluyorum, kendimi sokağa atıyorum, eve geliyorum başka rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. çıkışım da mecburen, mecburiyetten, keyfi bir şey yok. bu ara tamamen nişan hazırlıkları. her şeyi tek başına düşünmek, halletmeye çalışmak yorucu işmiş be blog! sağolsunlar yine yardım edenlerim, yalnız bırakmayanlarım var (fikir bazında rumuz mutsuza, telefonun ucundaki kadına, totoroya; fikir ve realite bazında da "sindir"ellaya teşekkürlerimi sunarım) ama insan bir annenin yokluğunu öyle derinden hissediyor ki... her kim yanında olsa da kendini çok yalnız hissediyorsun, baban, kardeşin, akrabalar, dostlar; kimse yokluğunu unutturamıyor. nicedir aklımda zaten, bazı öyle oluyor ki en alakasız anda bir
yalnızlık, yorgunluk, güvensizlik, yoğunluk, gerginlik, mutluluk, huzur, huzursuzluk, neşe, geçmiş, gelecek ve şimdi...

tatsız

uzun zamandır elime kalemi almadım, son başladıklarım hep yarım yarım... lakin bitirmeye yok mecalim. tatsızım... hala süren hastalığın da etkisi var, başka şeylerinde... hiçbir şey yapmıyorum, gövdem boş bir çuvaldan öte bir şey değil şu an için... yaptıklarım, yapmak istediklerim ve yapamadıklarım... ne diyeyim? hayat zor be blog, büyüdükçe daha da zor...
gerçekleri olanca çıplaklığıyla görsen de susman gerek bazen... bazen utandırmamak, bazen kırmamak, bazen kırılmamak için... o kadar da kötü değil aslında, kişi kendini bildikten sonra... eskiden çok sık girerdim kavgaya, tartışmaya... bir dişi bedeni değildi sanki bedenim, ruhumsa bir savaşçı gibi, durmaksızın kendi adaletini aramadaydı... sonra gördüm, olmuyordu... her kim her ne derse desin adalet doğru olan şekilde işlemiyordu, bizler müdahale etsek bile... bıraktım, çekildim kavgalardan, sustum... şimdi karşımdaki hatasını görene kadar susuyorum. görmezse, bendeki değerine göre susuyorum ya da konuşuyorum... hayat ne ki? beraberce yürüdüğümüz bir yol, kimilerimiz için uzun, kimilerimiz için kısa, hatta kimilerimiz için kolay, zor, orta...

anla[(ya)ma]mak

insanoğlu bir tuhaf... herkes "rabbena hep bana" diyor, "sen nasılsın?" diye soran yok... anlayamıyorum, gerizekalıyım herhalde... gelmedin; aramadın; yapmadın; etmedin...diye sürer gider bu yargı cümleleri... ama sorarlar adama; sen geldin mi; aradın mı; yaptın mı; ettin mi...diye... mesaj atarsın cevap vermezler, ararsın geri dönmezler, çağırırsın gelmezler, sonra... seni terslerler... bazen yıllar önce olan şeyler çıkarılır sandıklardan, yeniden dökülür önüne... sen aş(mış)tık sanırsın, onlar durmaksızın yükselirler önünde... bilmiyorum... alışamadım... çabalıyorum... bugünün ve her zamanın şarkısını da youtube'tan vereyim; http://www.youtube.com/watch?v=m9T0mHr_shI Ben bu dünyaya bir türlü alışamadım Bu yüzden insan içine karışamadım Bana mı sordunuz adımı koyarken Bir küstüm bir daha barışamadım Uyumlu faniler bana uyumsuz derler Delirttiniz beni ey ehven-i şerler Uzlaşırsam namerdim ateşe verseler Garanti muhabbetlere yılışamadım Ha desem olmaz a ha desem

içimdeki scarlett

dün geceden beri kendimi çok seksi hissediyorum... sebebine gelince, ağzımın içindeki yara yüzünden dudaklarım şişti; siz diyin aysun kayacı, ben diyim scarlett johansson çok fena yarışırım... aslında sizler de görün diye buraya bir adet koca dudak foto koymak isterdim ama neme lazım, tehlikeli :P ilaçlarımı almak için uğradığım eczacımız (aile dostumuz olur kendileri, çok severiz) bana; "oo şaka maka yakışmış, bak insanlar bunun için bi dünya para veriyorlar" dedi... telefonda konuştuğum bir arkadaşım "ne güzel hastalık lan o, dudak şişiriyo, bende kapayım o virüsten" dedi... hee tabii, bi de bana sorun... minicik bir yara mahvetti beni, yataklara düşürdü... sayesinde sabah akşam bağışıklık sistemini düzenleyici bir ilaç, dört saatte bir ateş düşürücü, ve sabah akşam b vitamini alıyorum... gargara ve diğer sürülen ilaçları saymıyorum bile... benim ağzımdan duymaya alışkın olmasanız bile dayanamayacağım, söyleceğim... ben böyle virüsün ta a.q. ohh bee...

mutsuz

çok tatsızım... kaç zamandır onca yorgunluktan, onca koşturmacadan sonra vücut direncim düşmese şaşardım asıl... ağzımın içinde yara çıktı, yemek bile yiyemiyorum, çok ağrı yapıyor :( yüzümde bile biraz şişlik var, başım çatlıyor... tüm gün yattım, bu sıcakta ateşim çıktı... yarın yine yatacak gibiyim... oha di mi, oha bana! bu ne biçim bir şeymiş be, ilk defa başıma geliyor, dağıttı beni... sadece bağıra bağıra ağlamak istiyorum...

hüzün

yıllardır hüzündür (g)özüm… dallı budaklı sarmaşıklar, birden coşan çiçekler, kor ateşe aldırmaz pervaneler gibi… h/yüzündür y/hüzün…

özledim...

anneler günü geliyor... ve nişan tarihim yaklaşıyor... ve ben galiba bu iki sebebin etkisiyle bu ara yine anneme takmış durumdayım... yoo, depresyonda değilim, hatta anlamsız şekilde mutluyum, tuhaf şekilde her şey son derece düzgün ve sorunsuz geçiyor. ama annem her gece rüyama giriyor... onu çok özledim. çok çok özledim... isterdim ki yanımda olsun... isterdim ki her zaman ki gibi erken davranmasın gitmek için... isterdim ki, neyse...

sindir(ella), aşk ve sihirli converseleri

aşk güzel şey be blog... bunu bugün bir kez daha anladım... bugün ben (navigator), sindir(ella) ve rumuz mutsuz oturuyorduk... sindir(ella)'nın igore'a olan aşkının alevlenmesinden ve igore'un ona olan ilgisinin azalmamasından mütevellit inanılmaz neşeliydik... üstelik sindir(ella)'yla birlikte benim evin badana pisliğini falan temizledik, gebermiş olmamız lazımken, nasıl mutlu, nasıl şendik anlatamam... bunca sevinmemizin sebebi de aslında köprünün üstünde karşılaşan iki inatçı keçi... yani sindir(ella) ile igore... birbirlerine aşık olup, yine birbirlerine o kadar anlamsızca kötü davrandılar ki ne arkadaş, ne sevgili, ne de herhangi bir şey olabildiler... ama bugün 2 seneden sonra konuştular, hem de gayet güzel, keyifli ve tesadüfi bir şekilde... umarız ki yine kabarmadan foslamaz bu aşk... iki keçi el ele tutuşup köprüden dönerler... biz onları yine o derin sularda boğulurken görmek istemiyoruz... p.s. neymiş, sindir(ella) hanımcım, bundan sonra cam papuçlarımızı çık

kafam güzel

okuyucum, beni tanıyan bilir, kafam doğuştan güzeldir. artık sevgili doktorcum ya da hemşireler doğum sırasında ne yaptılar, hiçbir fikrim yok ama bu böyle... bakırköy'de doğmuş olmamın da etkisi olabilir tabii, o kadarını bilemem... işte size kanıt, herhalde 1-1,5 yaş civarlarındayım bugün ise kafam her zaman olduğundan daha güzel... sabah 08:30'da boyacı amca geldi, evin içinde gayet keskin boya kokusu, ohh... camlar açık ama etki etmiyor elbette, derin derin soluyorum, el mecbur; nefes de mi almayacağım?? genzimi yakması ve allerjimi azdırması dışında pekbir sorun yok gerçi şimdilik, biliyorsunuz; alışkınım, kafam doğuştan güzel... bugün azıcık daha fazla güzel...

şans, ölüm iyiliği ve hıdrellez

ara sıra da olsa şansım yaver gidiyormuş be blog... dün kpss başvurusu için para yatırmam gerekiyordu ve ufak tefek banka işlerim vardı... bankaya gittim ki, aman allahım o ne sıra... içeride izdiham var... aynen çıktım... çarşıya indim, bir de oradaki bankayı deneyeyim diye. sonuç değişmedi elbette, önümde neredeyse 350 kişi vardı... ben oflaya puflaya karar vermeye çalışırken yanıma bir teyze yanaştı, "kızım ben gidiyorum, sıkıldım, bu numarayı sen al" dedi... teşekkür edip aldım... 10 dakika bile beklemedim, hemen sıra bana geldi; teyzecik sağolsun :) bu kadar mı, değil elbet :) geçenlerde aradığım, ama en az 20 günlük işi olduğunu söyleyen badanacı amca dün aradı ve çarşamba geleceğini söyledi... yeni koltuklarım ve halılarım gelmiş, arayıp duruyorlar "getirelim mi?" diye, perdelerim dikilmiş gelecekleri günü bekliyorlar, iş bir badanaya kalmıştı, o da hallolucak... pazartesi günü itü'deki nev konserine gidecektik, konser salıya ertelendi... ben evi badanaya

yağmur, papyon ve ben

birkaç gündür anlamsız bir sıkıntı var içimde... çığlık çığlığa bağırmak istiyorum... havanın yağmurlu ve kapalı oluşunun da etkisi muhtemel tabii... güneş parıldamıyorsa eğer, tüm enerjim ruhumdan, bedenimden emiliyor sanki. penceremde pisi papyon, koltukta ben, birbirimize nispet yaparcasına geriniyoruz bakışarak... ikimizde de bir huzursuzluk, bir tatsızlık, yapışmış tenimize gitmek bilmiyor...