Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

...

Çocuk... Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği... Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı... Çevir gökyüzüne başını... Bakma arkana! Daha sert basa basa, daha güçlü! Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla! Gitmek yenilmek değil kazanmak da! Gitmek gitmektir işte... Hepsi bu. (nereye gidiyorsun; cem adrian)

the notebook...

uzun zamandır elimin gitmediği filmi bugün biraz da gizem'imin isteğiyle izledim. daha önce nasıl olup da elimin gitmediğine, izlemediğime şaşırdım; ama aslında biraz da iyi oldu. yalnız izleyebileceğim bir film değildi, hele ki bu halet-i ruhiyeyle... filmde her şey iyi hoş, yaşanan aşk şahane ve bir ömre bedel de, biz daha birlikte olmayı, yaşamayı beceremezken birlikte ölmek nasıl olacak?...

elimden gelen bu

elimden gelen bu ben iki kişiyim çoğalmak neyse ne azalmak zor birisi seni her an bırakıp gittiğim öbürü kan gibi tutulmuş seviyor ağzındaki acı alnındaki çizgiyim gözlerine kirli bir bulut getirdim hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor elimden gelen bu ben iki kişiyim birisi kapadığın kapılardan gitmiyor yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o bir yerin üşüse onun sıcaklığı öbürü en içten çağrını işitmiyor alıp tutmaksa o basıp gitmekse o bakışları kıyısız deniz uzaklığı elimden gelen bu ben iki kişiyim ikisi birden çıkmaya uğraşıyor bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim birisi yeni baştan serüvene başlamış öbürü silahında son mermiyi sıkıyor çoğalmak neyse ne azalmak zor.. attila ilhan

annem'e...

bu gün yine öleceksin... şairin söylediği gibi; "annem her gece ölen bir kadın" benim için. ona hiçbir zaman okuyamayacağı mektuplar yazıyorum, bazen de konuşuyorum anılarımla... ve fark ediyorum ki, zaman geçse de hissedilenler hep aynı, eskisi gibi su yüzünde görünmeseler bile... yoksun… bunu söylemek bile zor geliyor ama, can acıtıcı olsa da; gerçek bu! çaresizlik bir yandan, yalnızlık bir yandan, bir de özlemek var… geçmiş günler aklımda, anılarım… ellerimin küçücük olduğu günler… saçlarımın kısa, kiraz ağacının canlı olduğu, “şaşa”nın mahalle çocuklarına bağırdığı günler… altımızdaki üç tekerlekli bisikletlere aldırmadan yarış yaptığımız günler… güzel anılar bahçesi yahut “kayıp cennet”… anılarım; sevdiğim kimsenin beni terk etmediği yıllarım… çikolata kokulu düşlerim, mutluluğu annemin işten dönerken getireceği “ekler”e teyellediğim saf zamanım… kıymetini bilemediğim düşlerim var benim. istersem değiştirebilirim; anılar değiştirilebilir, güzelleştirilebilir… lakin ge

İçimdeki Irmak

Kim durdurabilir akışını İçimdeki ırmağın Acılardan acılara koşan saatler mi Annem her gece ölen bir kadın Yüreğim onulmaz bir düş Bir acemi Ben yalnızken solar gece Soğuk bulutlar yüzüme devrilir Gökyüzü bulanır Gömülür bir ölü gibi Ama yine çağlar o düzensiz ırmak O serseri Süreyya Berfe

gözlerinde hüznün eldivenleri...

bazı sabahlar hüzünlü uyanır insan... yılların yorgunluğu bir gecede yapışır omuzlarına. bir açar ki gözlerini, gözlerinde hüznün eldivenleri. anılar birer birer çıkarlar saklandıkları yerlerden, resmigeçit varmışçasına şenlenir zihni sanhesi. bir müzik yükselir hafifçe tüm yaşamının fonunda. ruhunun bayrakları çıkar iner göndere, lakin bir anda yas varmışçasına kalıverir yarıda. kendi mezarını kendi kazan neyin varsa yanındadır, haliyle yas olması da olağandır. yaşam hüzündür... yaşam hayaldir... yaşam düş perdesinin kendisidir. bazen düşlenir, bazen düşlersin, bazen de düşlerken düşersin düş perdesinden. yara bere almakta yarışırken ruhunla tenin, düşkünlükten kurtulma çabasıyla kalkarsın düştüğün yerden. sen yine aynı sensindir, düşlenirken bilmemiş, düşlerken düşmüş, düşkünken yalnızlığını öğrenmiş... sen yine aynı sensindir, düşlemekten umudunu kesmemiş... anılarla toplantıdayım günlerdir, çıkmaz hesaplardayım... değiştiremeyeceğimi bildiğim halde... tarifsiz bir hüzünle doluyum,

büyük balık

dün yine "big fish"i izledim, en sevdiğim filmi... kim bilir kaçıncı defa oldu; bilmiyorum. bildiğim, her defasında farklı bir gözle, farklı hislerle izlediğim. bu defa daha da farklıydı... yaşamımı düşündüm; eksikleri ve fazlaları, girdileri ve çıktılarıyla... tüm hüznü ve sevinciyle... annemi düşündüm, bir gün ansızın hayatımdan çıkışını ve onun yerinin hiçbir şeyle, hiçbir şeyin sevgisiyle doldurulamayacağını... ona ne kadar benzemek istemesem de yine de ona benzeyeceğimi... ama yine de şanslıydım, biliyorum... hep küçük mutluluklarım ama büyük umutlarım vardı... bir de yerini asla terketmeyen hüzün. hayata hep inandım, düşlerle büyüdüm, büyütüldüm. yaşam benim inancıma göre bir masaldı, kitaplardakine ve anlatılanlara benzemeyen. belki her zaman iyiler kazanmıyordu, belki herkes çok güzel ya da çok çirkin değildi, "eh işte"ler de vardı -bakan göze göre güzelleşen-, gerçek manada devler, her dileğini yerine getiren periler, gökkuşağının başlangıç noktasında sana

sen benim hiçbir şeyimsin...

sen benim hiçbir şeyimsin yabancı bir şarkı gibi yarım yağmurlu bir ağaç gibi ıslak hiç kimse misin bilmem ki nesin uykumun arasında çağırdığım çocukluk sesimle ağlayarak sen benim hiçbir şeyimsin söyleyecek çok şey vardı... biraz gereksiz geldi, biraz eğreti... artık tükenmişti kelimelerimiz, geç fark etsek de... hüznü ezberlemiştim, acıya dâhildim, varlıktan yokluğa doğru yolculuk halindeydim. dediğin her şeyi kabullendim. biliyordum bitecekti. dolmak üzereydi o aşkın miadı... bağıra çağıra geliyordu, görünen köy kılavuz istemiyordu, ben anlamamaya çalışıyordum sadece. görüyordum, ama yumuyordum gözlerimi; duyuyordum, ama tıkıyordum kulaklarımı küçük bir çocuk gibi; biliyordum, ama inkâr ediyordum bildiğimi... "bitti o sevda" dememek adına yapıyordum her şeyi. üç maymunu oynamayı ben tercih etmiştim, geçer zannedip... geçmedi, gitti. artık sen benim hiçbir şeyimdin... söylenecek çok şey vardı oysa, konuşmalıydım. ama sustum. yoktum, hiç olmadım... hiç konuşmadım... farz edi

ilk...

başlangıçlar ve sonlarla kendisini var eden yaşam, durmaksızın akıp giden zaman ve her şeyi zamana, kadere bağlayan ya da kaderimi kendim çizdim diyen insan... mutluluklar, hüzünler, aşklar, kavgalar, barışmalar, ayrılıklar... "ilk" ve "son"lar... bu şimdi "ilk"... ve "son" mümkünse uzak olsun...