Ana içeriğe atla

hadi kalk!


hadi kalk... tut elimi. sahildeki kahveye gidiyoruz. ne olmuş gecenin bu saatiyse? ve yarın iş varsa ne olmuş? biraz az uyuruz, "an"ı yaşamalıyız, biliyorsun... sözümüz var.

gökte ay... denizde hafif dalga... yıldızlar parlamakta... rüzgârsa hafiften okşamakta... daha ne olsun?

rüstem amca kapatmamıştır kahveyi daha... oturmuştur boşalmış tahta sandalyelerden birine, açmıştır rakısını, başlamıştır demlenmeye... bize de çıkartır iki kadeh, birer tek atarız, uçuşur zihnimizdeki sorular, sorunlar görünmez olur... elim elimde, gözüm gözünde, zaman durur...

Yorumlar

Bettra dedi ki…
Öyle yapıyoruz değil mi? "Alo filme gidiyoruz hadi gel" der bir ses. "Yok sınavım var" der çıkmayız evden. "Hadi çocuklarla buluşalım".. "Sonra görüşsek canım sabah erken kalkıyorum biliyorsun".. Hayatı böyle erteliyoruz işte. Böyle kaçırıyoruz anların güzel tatlarını, rutinlere böyle gömülüyoruz. İçimizden gelenleri geri iterek...
iris dedi ki…
maalesef ki öyle... sonra bir bakıyoruz ki, küçük heyecanlar bizi terk etmiş; yaşam dümdüz, tatsız bir satıh haline gelmiş; daha çabuk yorulur ve yaşamaktan zevk almaz olmuşuz... "an"lardaki güzellikleri kaçırmaya alışıp, monotonluğa razı olmuşuz...

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah