Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

günün şarkısı; gece ay şahit

karmaşaa

canım vronskyciim her ne kadar, "senden erkek fatma olmaz" dese de, şu anki durumum yine bunun aksini gösteriyor :)) iki gündür (ama özellikle bugün) içimdeki erkeği dışa vuruyorum... bi nevi sanat yani :P ehh tabii, yalancı mart güneşinee aldanıp cıbıldak cıbıldak dışarı çıkarsam n'olur? bu olur? söylemesii ayıp çok narinim :P pamuğum ben pamuk... hani şu prenses olanı var ya, ondan işte... ayyyh ben bugün babamı hiç aramayayım, başlayacak yoksa şimdi; "delikanlı kızım benim" diyee... yok yok almayayımm, kimlik karm/gaşası yaşamak istemiyorum :))

günün şarkısı; her şeye hazırım seninle

sevdiklerimizin ve seveceklerimizin adları ta başından yazılmıştır kalbimize ve onları bulana dek savaşırız bu karmaşık tutkular çemberinde seni ilk kez görüyorum ama sanki bir yerlerden hatırlıyorum parlak bir ateşten çok sonra arda kalan küller olsak da her an ölmek için yaşasak kıyısında sarp bir uçurumun uçmaya hazırım inan seninle zincirledin beni sevdama aşk lanet yağdırsa vız gelir acılara yoksulluğa tutsak yeter ki benim olmayı dile ben savaşırım senin yerine yorgun kanatlar açılsa yeni yolculuklara uçmak ne güzel, tutunabilmek bulutlara bir tek ihanetin gölgesi düşemez yaralarımı saran el girse de kanıma her şeye hazırım seninle... hiç hem de hiç umrumda değil bir yarın var mı bizler icin yarım kalmış bir şarkı olalım kollarımdasın, benimlesin ya gel de yok olalım şu an seninle...

profesyonel

Bir çalışma odasında bir adam... Bir daktilo, kitaplar, deri koltuk vs. Tıkır tıkır daktilo sesiyle başlayıp, aynı o ses gibi akıcı devam ediyor... Bittiğinde; oyunun tadı damağınızda kalmış, düşüncelere dalmış halde çıkıyorsunuz dışarıya... İnce ve yerinde bir toplumsal, politik eleştiri, başarılı bir komedi... Ama kara komedi, acı acı gülümsüyorsunuz çünkü... Oyunculuklar ise muhteşem... Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler oynamıyorlar zaten, yaşıyorlar ve yaşatıyorlar... Her şey o kadar gerçek ki... Heee bir de itiraf gelsin; bir ara oyun çıkışında Yetkin Dikinciler'i kaçırmayı düşündüm... Sonra sansasyon yaratmayayım diye vazgeçtim... Oyunun detaylarına, konusuna her zamanki gibi inmeyeceğim... Merak edenler gidip izlesinler, izlemezlerse çok şey kaçırmış sayılırlar, haberiniz olsun ;)

gezenti iris

çok yorgunum, ama öyle keyifliyim ki bilokcan... bir yandan başım ağrıyor, bir yandan gözlerim kapanıyor, bir yandan da sebimli sebimli sırıtıyorum kendi kendime... cuma sabahı misafirim geldi... kim mi :) sevgili karılıksız karı :)) bütün bir cuma günü gezindik... cumartesi-pazar konferansa katılacağı için tek bir günümüz vardı maalesef. hava muhalefeti nedeniyle istediğim bir gezi olmadı ama bir nevi kültür turu gerçekleştirdik... at meydanı, ayasofya camii, topkapı sarayı, galata, galata kulesi, istiklal caddesi gibi bir güzergahımız vardı... gezintinin sonu küçük beyoğlu'nda bitti :)) ortak arkadaşlarımızın da katılımıyla oldukça keyifli, eğlenceli, bol kahkahalı bir şekilde vakit geçirdik... cumartesi gecesi de yakın bir arkideşin doğum günü vardı... şahane bir haliç manzarası, fasıl vs. derken kurtlarımızı da döktük... ohh daha ne isteriz ki :)) ben onun yalancısıyım ama karılıksızın dediğine göre ona "hayallerindeki istanbul gecesi"ni yaşatmışım :)) çok mutluu, çok

masal...

bir masal bir taş ağırlığında olabilir mi? olurmuş meğer. birlikte bir masala inanmak istedim ben seninle, sadece bu. sen beni tek tek bıraktın. (birhan keskin) az önce okudum ve içime dokundu... geçen sene aynı şeyi ben hissediyordum...tam tamına aynı... ve o masalın sonunu yazmak çok zor, çok yıpratıcı olmuştu... o zaman da biliyordum, masallar biter (kimi zaman mutlulukla), masallara ayrılıklar girer, bazıları yeniden yazılmaya başlanılır, bazıları hiç yazılmamış, birileri tarafından okunulmamış sayılır... yine de her nasıl biterse bitsin, unutulmaz... hep hatırlanılır... masallarınızın mutlu sonla bitmesi umuduyla efenim...

günün şarkısı; no hay problema

günün şarkısı, pink martini'den geliyor... keyifli dinlemeler... heyy, gülümseyin...

biri beni durdursun!

biri beni durdursun... valla bak... sabah kesin kararımı verdim, hesapta dikkat edeceğim yediğime içtiğime... hazır bu ayarsız enerji de bana yapışmışken, dedim spora başlayayım... başladım da... bütün gün gayet güzel beslendim... amaa n'oldu? sorarım size n'oldu? mutfakta duran çikolata paketi, salonda oturan beni gıdıklamaya başladı... ama ne gıdıklama... "yapma" dedim, "etme" dedim, dinletemedim... olmaz ki efenim, yapılır mı bana bu terbiyesizlik?! ben de kızdım, gidip hunharca saldırdım çikolata paketine... geriye kocamaan bir vicdan azabı kaldı...

hallaa hallaa n'oluyoo banaa

ağzım kulaklarımda :) bahar geldi, hava ısınmaya başladı ya, kuşlar, çiçekler, böcekler; sırıtak insan moduna geçtim bendeniz. serde zaten delilik var, ben anlamsız anlamsız gülümsüyorum sürekli, onlar tuhaf tuhaf bakıyorlar. çok da umrumda sanki :) tarifsiz bir enerjiyle yüklenmiş gibiyim... içimden zıplamak, hoplamak, koşmak, coşmak geliyor... kendimi durduramıyorum... gerçi durdurmama da gerek yok... hava böyle güzelken ben kendimi en iyisi dışarı atayım :) güzel günlerr herkesee :))

açıldım saçıldım, dondum kapandım

bir insan hiç mi akıllanmaz? pencereden bak, güneş parıldıyor ya hemen cıbıl giyinip at kendini sokağa... aferin di mi bana? gerçi bu konuda yalnız olmadığımın farkındayım... sokaklar güneşe aldanıp da mabatları donan insanlarla dolu... hem yalnızca insanlar da değil... ağaçlar da sapıtmış her zamanki gibi... erik, badem ağaçları, bahar dalları coşmuş durumda... ne olmuş, cemre düşmüşmüş... eeeee?! düşmüş de bi şey mi olmuş, hava mı ısınmış? gayet de ayaz hava bikerem, mabat donduranından... kendimi "bahar"a "yaz"a öyle kaptırmışım ki, sanki ben ince giyinip sokağa fırladığımda gelecekler hemen... (gerçi gelseler hiç fena olmaz yani) daha önce ağustos çıkmazı nda paylaşmıştım ama burada da paylaşacağım şimdi... çok severim bu şiiri... hee bi de kendime de pek uydururum açıkçası... yaa, öyle iştee :) Arkadaşım Badem Ağacı Sen ağaçların aptalı Ben insanların Seni kandırır havalar Beni sevdalar Bir ılıman hava esmeye görsün Düşünmeden gelecek karakış.. Açarsın çiçekler

(b)eklenti

beklemek... gelip gelmeyeceğini bilmeden ve bir bilinmeze doğru yola çıkmışken; sessiz ve derin bir ırmaktan akan düşlerle konuşurken acizliğini görerek... bitmez iç savaşlarla, bitmeyen hesaplaşmalarla, yarım kalanlarla tüme yakınları (b)ekledim; topladım, çıkardım, böldüm, çarptım. sonra (k)ayıp ettim; bir "aşk" ile bir savaş, ortada kalan ulaşamadığım kendimdim...

!!!

gece gece nereden de seçti bu şarkıyı w.media player... "püüüüüü" demek istiyorum... "dört duvar duydu sesimi kimse gelmedi haykırdım, duyduğum ses kendiminkiydi"

anla(m)a(m)a

susarak anlatmaya çalıştıklarım vardı, konuşmuyorum sandılar. ben anlatamadım... onlar anlamadılar...

günün şarkısı; married life

günün şarkısı, en iyi animasyon ve en iyi müzik dallarında oscar kazanan "up"tan geliyor... keyifli dinlemeler...

Ekmek ve Güller; Tüm Kadınlar İçin...

Omuz omuza yürüyerek gelirken biz, bu güzel günün içinden, Aydınlarıyız tüm parlaklığıyla aniden çıkan bir güneşin Bir milyon kararmış mutfak ve bin gri fabrika çatısı hep birden, Çünkü şarkısını söylediğimizi duyuyor halk 'Ekmekle Güllerin.' Omuz omuza yürüyerek gelirken biz, erkekler için de savaşımız... Kadınların çocuklarıydı onlar, biz yine onların analarıyız. Doğumdan yaşamın sonuna kadar ter dökmekle geçmeyecek günlerimiz, Yürekler de aç gövdeler gibi: Ekmek verin ama gül de isteriz. Omuz omuza yürüyerek gelirken biz, geçiyor şarkımızdan Sayısız ölmüş kadın haykırarak eski türküsünü ekmeğin, Kölelikten tadını bilmedi ruhları sanatın, sevginin, güzelliğin, Evet, hem ekmek için savaşımız, hem de güller için. Daha güzel günleri getiriyoruz, omuz omuza yürüyerek. Kadınların başkaldırması insanlığın başkaldırması demek. Artık yok kölelik ve tembellik, bir yatana on kişilik emek. Paylaşılacak güzellikleri yaşamın, Ekmekle Güllerle, Güllerle Ekmek. “Ekmek istiyoruz, gül de!” sl

araa araa belkii deee bulursunnn :)))

bu gece kızlar gecesi... bütün kızlar toplandık efem... böyle dediysem hepitopu 3 kişiyiz... ama milli felaket ve paratoner olduğumuzu düşünürseniz, 3 kişiden fazlasına bedel olduğumuzu fark edersiniz... her şey spontane gelişti aslında... dışardaydık, ani bir kararla eve dönmeye karar verdik. önce pizza söyledik. bir tane karadut şarabımız vardı, onu içtik. o yetmeyince telefon açıp 2 şişe daha karadut şarabı istedik... ama artık bir klasik haline gelen bir şey yaşandı... mythemis bir şişesini kırdı... gerçi mythemis normalde kadeh falan kırardı, bu defa büyük çalıştı... mutfağın cinayet mahalinden farkı kalmamıştı. duyduğu büyük vicdan azabı sonucunda mythemis 40 yıllık bir temizlikçi edasıyla mutfağa girdi, her yeri kırkladı... asıl eğlence buradan sonra başladı. poşetin içinde sigarasını bulamayan mythemis tekel bayiini aradı. diyaloğu size aynen aktarıyorum: telefondaki adam: aloo mythemis: sizden iki tane şarap istemiştik, hani birini kırdık ya o yüzden yeni bakabildik.. poşetin

"adı sevda"

neredeyse sabahı vurmuşken saat, nereden aklıma geldi bilmiyorum... içimden taştı sözleri... "aradığım bulunmayan haykırdığım duyulmayan sen asla dün olmayan bir yaşanmamış an"

dev adamıma...

bazen, söylenecek çok şey vardır, ama düğümlenir sözcükler -maddi varlıklarmışçasına- boğazınızda. sözcüklerin yetersiz geleceğini hissedersiniz, ama söylemek de istersiniz... işte şimdi, tam da öyle bir an :) önce girizgah, ardından hitap... 97 yazıydı herhalde... ismi önemli değil, küçük bir cafede tanıştım onunla. yakın bir arkadaşımın kuzeniydi. z. yıllardır anlatır dururdu onu bana, hep onunla çok iyi anlaşacağımızı düşünürdü... o gün işte sürpriz yaptı, tanıştırdı bizi. lakin, umduğunu bulamadı. neden sebep bilmem, yarım saat sonra biz oldukça hararetli bir biçimde tartışıyorduk. tartışma diyorsam, bariz kavga aslında... bir kaba kuvvet kullanmadık, o kadar... o inat, ben ondan inat... birkaç hafta sonraydı herhalde... z'ye gitmiştim. bir baktım ki f. yine orada... görülmesi gereken bir sahneydi; ikimizin de yüzü asıldı ve yine, yeniden bir laf sokma telaşı başladı... zavallım z'de aramızda bir köprü gibi barışı ulaştırma çabasıyla kendini parçaladı. faydasız bir çaba...

günün şarkısı; naylon

.

bugün hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden... uzun uzun uyumak istiyorum sadece...

yinee pisiiii geldiii

öncekileri saymıyorum, geçtiğimiz sene, acıktığında pencerenin önüne zıplayıp, patileriyle cama vuran bi sokak pisim vardı... dişiydi... önce gelir mama ister, yedikten sonra da pencerenin önünde uyurdu... belki size tuhaf gelecek ama perdenin açık durmasını isterdi. ne zaman perde kapanırdı, benimkisi başlardı gene cama patileriyle vurmaya... kendini güvenli hissediyordu herhalde... başlarda anlamadım, hamileymiş meğer... yavruları olduktan sonra bir süre daha geldi, sonra ortadan kayboldu... yaklaşık 2 haftadır da bu tombi dadandı... bu haşin bakışlı yakışıklının henüz bir isteği olmadı... mama da istemedi... uğruyor, 20 dakika- yarım saat oturuyor, azcık bakışıyoruz kendisiyle sonra gidiyor... babam geldi geçen hafta 3 günlüğüne, gördü, tepki aynen şu; "yine mi kedi? kızım bu kaçıncı?" haklı adam, ama ben ne bilim, onlar geliyorlar, ben de bir şey demiyorum...

savunma dediğin böyle olur :P

coşmuş teyze adayı

efenim, malumunuz bir ara duyurmuştum teyze olacağımı... bebişin gelmesine daha çok var, 22 haziranda doğacak eğer erkenden koşturmazsa... elimde değil tezcanlı bi insanım -ki annem, babannem falan çok kızarlardı bu huyuma ve onlardan "amaaan buna da koca olsun, bu gece olsun!" lafını duyardım sık sık- neyse işte... dayanamadım, gittim bir sürü şey aldım küçük erkeğime... allam yarebbim ilahi kuvvet(!) -yani kredi kartı ekstresi hayaleti- beni durdurmasaydı dükkanı satın alabilirdim :) ama yapabileceğim bir şey yok çok güzeller... bunlar aldıklarımın minik bir bölümü efem, özellikle hepsinin fotoğrafını eklemiyorum ki, doğuracak olanın ben olduğumu sanmayın :P küçük cadım da beni özlemiş... durup durup babasına gidip; "halamı özledim ben" diyormuş... ben de onu öyle özledim ki... aynı şehirde olup da, görüşememek bir acayip... ama öyle uzak yerlerde oturuyoruz ki, onlara gittiğimde orada kalmam gerekiyor... eh malum, bana her gün ayrı koşuşturmaca, kaçmak da mümkün

günün şarkısı; satırlara sığmadın

bugün biraz kendimi dinleme fırsatım oldu... geçmişe yolculuğa çıktım ufaktan... fotoğraflar, yazılar, şarkılar... birer birer hepsi çıktılar sahneye... biraz umut, biraz umutsuzluk oldular, doldular yeniden içime... ama biri vardı ki içlerinde, her dinlediğimde ruhumu titreten... imrendiğim... ne güzel ve ne öz bir sözdür... "satırlara sığmadın"... dahası var mı? düşündüm de, ben de gerçekten sevdiğim kimseyi satırlara sığdıramadım... (neredeyse altı ay oldu orhan atasoy'u kaybedeli... daha yapacak çok şeyi vardı, kısmet olmadı... nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun...)

tiyatroyaa bir kiiiii

ohh beee.... aldım biletlerimi rahatladım... tam dilediğim gibi olmadı ama olsun... bu ay, izlemek istediğim devlet tiyatroları oyunlarından sadece "profesyonel" oynuyordu, onun biletlerini aldıktan sonra şehir tiyatrolarına yöneldim... "intiharın genel provası"na bilet aldım... mythemisciğim de "inek"e bilet almış... bu ay tamamdır, keyfimiz yerinde efem... hem "alice in wonderland" bilem geliyor, daha ne istiyeyim :D "intiharın genel provası" bir duşan kovaçeviç oyunu... bilge emin tarafından yönetilmiş oyunun oyuncuları ise, bennu yıldırımlar (ki ben bayılırım bu kadına! mükemmel bi oyuncudur), bora seçkin, ibrahim can ve serhat kılıç... "inek" ise bir nazım hikmet oyunu... mehmet avdan tarafından yönetilmiş... bakalım bakalım... bu üç oyunun da başarılı olduğunu varsayıyorum ve gayet büyük bir heyecanla tarihlerinin gelmesini bekliyorum...

günün şarkısı; in line