Ana içeriğe atla

yağmur


dışarıda muhteşem bir yağmur havası var... ılık... gerçi rüzgâr alıp kaçırmak istercesine esiyor ama, olsun... belki de içimdeki kasvete ve kırılmışlığa en çok o uygun düşüyor.

eve gelmeden indim taksiden, yürüdüm biraz yağmura karşı... biraz ıslandım... düşündüm... aklıma gülten akın'ın yazdığı o şiir geldi; "deli kızın türküsü"... defalarca okudum...

hüzün geldi oturdu yüreğime ve iki yol vardı önümde... nereye gideceğime karar vermeye çalışıyordum; tökezledim, "gelme" dedi yol, sustum ve kabullendim. ani oldu, yine. ben yine şaşkın, ben yine kırgın, ben yine anlamamış...

ben biraz yağmura karıştım, gözlerimden akanlar biraz yağmura karıştı... içim, karanlığa karıştı. kırılmışlıklarımla, "boşvermişlik"e alıştım... sonra karar verdim; yol nasıl "boşvermiş" ise, ben de "boşverdim"...

yol beni istemedi, şehre yağmur yağdı, ben kendimi kanattım... burnumda toprağın ve yağmurun kokusu, kendimle kaldım... kırgındım...

(dinlemek, izlemek isteyenler için)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...