Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

güzel bir adam için...

"Şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür. Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve bir çok güzel şeye sebep olabilirler..." Aramızdan ayrılalı 4 sene oldu bugün... Ardında bıraktığı herkesi gözyaşlarına boğalı, 4 sene... O gün nasıl ağladığımı çok iyi hatırlıyorum... Sanki ailemden biriydi... Sanki en yakınlarımdandı... Oysa, o yakınlığı sadece şarkılarıyla ve uzaktan gördüğüm suretiyle yakalamıştı; milyonlarca insanla yaşadığı gibi... Güzel adamdı. Temiz ve merhametli bakardı, içten gülerdi, dosdoğru ve kocaman yürekli bir adamdı. Ama gitti, o da erkenden. Ardında sevenleri kaldı ve şarkıları, bıkmadan dinlediğimiz... Yeniden hoşçakal... Mekanın cennet olsun... (Ki "cennet" diye bir yer varsa kesin oradasındır) Biz kendi derdimize yanalım... Bu yazıyı onun kendi cümleleriyle bitirmek en iyisi: "Bu arada, hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsada fırtınalara, birgün boğulacağımız denizlere, e

poşetsiz çıkmam abi!

yine kendimi çok seksi (!) hissediyorum... her yanım kırmızı noktalarla kaplı. bu halimle ancak poşet içinde insan içine çıkabilirim... poşetleyin lan beni! cumartesi gecesi kuzene gittim, beneritomla kuzenin kocası tenis oynarken, biz de dedik ki çay demleyelim, bahçede bir keyif yapalım... ama ne oldu? biz öyle baldırı çıplak bahçeye çıkınca siperlerinde gizlenmiş olan mahluk-ı haşarat bir anda savaş borularını öttürdü ve hücuma geçti! keyif yapalım derken keyif olduk lan! sivrisineklere meze olduk... uzun zamandır sivrilerle karşılaşmadığımız için siz deyin ki acemilik, ben diyeyim salaklık yanımıza onları uzaklaştırıcı hiçbir şey almamıştık... 1 saatin sonunda gayet tosun tombalak ve uçmakta zorlanan sivriler yarattık... evet evet, biz yarattık... kendi el, kol, bacak bilimum çıplak uzuvlarımızla... hatta nasıl bir hırs yaptılarsa lavuklar hırkayı delip geçtiler! gecenin bilançosuna gelince: sağ bacak; birbirine yakın olmak kaydıyla 6 adet kırmızı nokta sol bacak; birbirine yakın o

keyifli bir gün ve kitaplarım

zoraki bir uyanışın ardından keyifli geçen bir gün... oysa sabah uyandığımda bir tuhaftım. sanki vücudum benim değildi. içimde ise ne idüğü belirsiz bir sıkıntı... neyse ki sonra kendime geldim... kitap(lar) aldım kendime, iyice güleç oldum... aldıklarımdan iki tanesi "tehanu" ve "öteki rüzgar" ursula k. le guin'in "yerdeniz üçlemesi" pardon "beşlemesi"nin son iki kitabı... diğerlerini okumuştum da bir türlü sıra bunlara gelmemişti... bir diğer kitap "uyku", hüsnü arkan'ın... hani "ezginin günlüğü" var ya, işte onun solisti ve şarkı sözü yazarlarından... arka kapağında şunlar yazıyor; Şimdi, kulübesinin önünde, çardağın altındaki koltuğunda asma kabağı gibi sallanarak geçmişini seyreden yaşlı bir adamım. Her şeye uzaktan bakıyorum. Bir asma kabağının baktığı kadar uzaktan. İçim boş. Bence her insan iki kişidir. Birincisi önden gidip yolu açar. Ama belki de kapatır; emin değilim. Öteki bazen irkilerek, korkuyla; bazen

Kasım Yağmurlarıyla Gelen Sevgiliye...

Yağmur yağıyordu düşlerime… Üşümüştüm ve yorgundum. Tüm yanılsamalara aldanıyordum, gölgelerden korkarken... Senden şüphe ediyordum; “içimin acısı, kalbimin ağrısı aşkım”… Kaldırımlarına yatıyordum şair gibi, düşlerim karanlık, düşlerim hain, düşlerim bitkinken. Seni arıyordum. Bulabileceğime inandığım her sokağına dalıyordum o dehliz biçimli kentin… Kayboluyordum, seninle birlikte daha çok sevdiğim kentte. Şairi düşünüyordum; “bir kent, bir sevda” diyen şairi… Şöyle demekteydi o şair: “yüzüne bir yer açtın yüzünde sen de; önce kokusunu ezberledin, sonra susuşlarını, duruşlarını bir bir… yürüdün o kentin bütün rüzgârlarına, bütün mezarlarına, bütün ağrılarına, bütün puştluklarına karşı… ne iri bir aşktın: gözleri nereye sen oraya kadar aşk! Gözlerin kentteydi; büyüktü o kent ve büyük aşk!” Öylesine bir gündü, aylardan kasım… Gelmiştin… “bir daha asla” dediğim aşktı yaşadığım. Karalanmış sevdalardan çıkmıştım, silmiştim geçmişi ve biraz da geleceği… Ama sen geldin. Kuytularımda yer açt

Gecenin İçinde

Sustu gecenin kuşu, yalnız kaldım işte şimdi, belki de tam vaktinde. Sak/plandım gecenin en kör vaktinde bağrına, bir hançer gibi… Sanki bir bataklıktı gece… Ben mi batıyordum sürekli, yoksa o şefkatli kollarıyla sarmaya mı çalışıyordu beni; bilmiyorum… Bildiğim, tarifsiz bir hızla düştüğüm içine… Sonra, farkı kalmadı; dünün, yarınının. Bugünse metresi gibi zamanın.

bir pasta hikâyesi

ilginç insanlar hep bizim aileyi bulur ya da biz ailecek ilginciz bilmiyorum... babam bir aralar bana manyak paratoneri diyordu, gerçi hala geçerliliğini koruyor, hatta ve hatta çevremdekileri de etkisi altına alıyor... bu çekiciliğimiz (!) sayesinde hemen her günümüz eğlenceli geçiyor... geleyim günün eğlencesine... gece gece öyle bir güldüm ki... bugün kardeşimin en yakın arkadaşının doğum günüydü... çocuğun yarın sınavı var diye, küçücük sürpriz bir parti organize etmişler. bir arkadaşlarının daha doğum günü olduğu için, pastanın üzerine ikisinin de adını yazdıralım demişler... pastanedeki adam almış şekerlemeyi, kızın adını doğru yazmış... bizimkiler çocuğun adını "can" dedikleri halde şaşkın satıcı "can"ı "cem" yapmış... bizimkiler atılmış tabii hemen, "abi arkasına doğrusunu yazalım" diye... adam "tamam" demiş, şekerlemenin arkasını çevirip kızın adını yazmış, "can" a sıra gelince çocuklar "can" demişler, harfl

ulaşılmaz

ulaşmaya çalıştığımız, ama ulaşamadığımız... balmumundan kanatlarla güneşe doğru uçan genç ikaros'a benziyoruz... ya da ışığa âşık olan ve bu uğurda kavrularak ölmeyi gözle alan pervanelere... kim bilir belki de erişmeye çalıştıkça ve ulaşamadıkça hırslanıyoruz...

günün eğlencesi

bu günümün eğlencesi http://www.pinarbeyaz.com/ da; dişi beyn den (beyno'dan) akıllı mesaj... yapıp millete yolladık, gayet de keyiflendik :D

Yorumsuz

birkaç gündür yazasım var ama bir fırsat olmadı blog... Nişan telaşı, son hazırlıklar, babamların Bodrum'a dönüşü derken yoğunluğu atlattım, temizliği kaldı... O da bitecek elbet... Gelgelelim, anlatacağım bunlar değil... Dün beni geçen seneki öğrencilerimden birisi aradı. Sesi iyi ve umutlu geliyordu... Geçen sene onun için çok uğraşmıştım, ailesi liseye göndermeye düşünmüyordu. Benimle dertleştiğini bildikleri için, benden de pek hoşlanmıyorlardı. Ama ne yaptık ettik, kızımızı okutmaya devam ettik.. Liseye başladığı gün aramıştı, çok mutlu ve heyecanlıydı. Hatta o gün önce "baba"sıyla konuşmuştuk... Karışık, hatta karmakarışık bir hayat hikâyesiydi onunki... Aile arası bir sorun nedeniyle memleketleri olan Mardin'i terk edip İstanbul'a gelmişler, ama burada da mutlu olamamışlardı. Babası onları bırakıp gitmiş, annesi ve ağabeyiyle anneannesinin evine sığınmak zorunda kalmışlardı. Bazı yerlerde dul olmak zordur... Kadını, erkeği, herkes rahatsız eder ya; anneann

doğum günü(m)

bugün benim doğum günüm... biraz buruk olsam da mutluyum... bazen umudumu, yaşama sevincimi kaybediyorum, parça parça oluyorum, ama sonra öyle bir şey oluyor ki anka misali küllerimden doğuyorum. en güçsüz olduğum an aslında en büyük güçle donandığım an oluyor, çoğu zaman bunun farkında olmuyorum. beş seneden bu yana, ağlamadan girdiğim ilk doğum günüm bugün. dünyadaki pekçok kişinin yaşadıklarına benzer kayıplar yaşadım. belki kimilerinin yaşadıklarının yanında ufacık kaldı, kimilerininkinin yanında dev gibi, lakin kendimce çok önemliydi. çoğu defa kendimi şanslı saydım, yaşadığım her şey bana iyi, kötü birçok şey öğretti. bazen çok acı oldu bu öğrenişler; değerli olduğumu düşündüğün insanların gözünde değerimi görmek ve kabullenememek çok acıydı. ama en acısı, "o"nsuz yaşamayı öğrenmek oldu, hayatımın en ihtiyaç duyduğum noktasında. kabullendim, isyan etmedim. yaşamın kendi döngüsünde ölümün bile değerini öğrendim. çok kişilik yalnızlıklardan geçtim. riyayı, yalanı, dolanı,