Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Shantaram - Alıntılar

* Bir adamın kalbinde ne kadar kötülük olduğunu ancak gülümsediğinde görebilirsiniz. * Küçük düşürüldüğümüzde hissettiğimiz utancın bir kısmı da insan olmaktan duyduğumuz utançtır.  * Suçluluk, üzerimize sapladığımız bıçağın kabzasıdır, aşk ise bıçağın kendisidir. Ama bıçağı keskin tutan endişedir. Sonunda hepimiz endişeye mağlup oluruz. * Zalimlik aynı zamanda bir çeşit korkaklıktır. Zalimce bir kahkaha yalnız değilken korkakların ağlama şeklidir. Acı çektirerek de yas tutar böyle insanlar. * Yani her şeyi olduğundan ya da gerektiğinden daha zor hale getiriyorsunuz. Hayatın gerçekleri oldukça basittir. İlk başlarda hayvanlardan, havadan, ağaçlardan, gecenin karanlığından, yani birbirimizden başka her şeyden korkuyorduk. Şimdi ise birbirimiz dışında hemen hemen hiçbir şeyden korkmaz hale geldik. Kimse diğerinin neyi, neden yaptığını bilmiyor. Kimse doğruları söylemiyor. Kimse mutlu değil. Kimse güvende değil. Dünyada yanlış olan onca şey arasın

Shantaram

İçerisinde otobiyografik ögeler de barındıran, birinci ağızdan yazılmış, kurgusu, karakter yaratımları ve mumbai  (bombay)   betimlemelerinde oldukça başarılı bir roman.   Yazar betimlemelerde öyle başarılı ki okurken kendinizi kaptırıp eserin içine giriyorsunuz, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz, şaşırıyorsunuz, ama her şeyden çok merak ediyorsunuz... Son birkaç bölümü ve bitişi, beni iyi bir okuyucu olarak tatmin etmediyse de yine de kitabı sevdim...   Ve sanırım en çok da Prabaker'ı sevdim. Kitabı okurken Prabaker benim de arkadaşım oldu, gülüşü günümü aydınlattı. Karla'ya gıcık oldum. muhteşem güzelliği için değil, güvensizliği ve sadece insanlara karşı değil aşka karşı da içten pazarlıklı yaklaştığı için; Kadirbhai'yi hem sevdim, hem yıkıcılığından nefret ettim... Didier ile içmeyi, Johnny Cigar'ı, Vikram'ı, Lettie'yi tanımayı istedim... Yazara, yani Lin'e ya da diğer adlarından yalnızca biri Shantaram'a (anlamı Marathi dilinde: "Tanrı'nı

aşk diyorlar adına...

bu ara o kadar çok konuştuk, o kadar çok tartıştık ki yazmasam olmaz seviyesindeyim. konu, hepimizin aşina olduğu bir şey aslında: aşk... aşktan bahsedelim... ama sonradan sevgiye dönüşen, güzellikler yaşatan, uzun soluklu aşktan değil... platonik aşktan da değil... zarar veren, bazen de yok oluşumuz olan aşktan... bizi bazen öldüren, bazen de öldürmeyip güçlendiren aşktan (ah nietzsche, kulakların çınlar mı bilmem) seçimlerimizden yani, yanlış seçimlerimizden... aşk, tuhaf bir duygu.. güçlü de... o kadar güçlü ki birbirine zıt duyguları aynı anda yaşayıp şaşırmıyorsunuz. kendinizi her şeye muktedirmişsiniz gibi hissediyorsunuz.  o kadar ki hiçbir sorun önemli gözükmüyor size... bencil oluşu, cimri oluşu, sadist oluşu, mazoşist oluşu, kendisiyle ilgili problemleri oluşu, ailesine, hayata karşı duruşu, bağımlı oluşu, evli oluşu... her şey normal, her sorun aşılabilir geliyor.  yaşamak istiyorsunuz sadece, ne olacağını, nasıl olacağını düşünmeden onu yaşamayı... ses