Ana içeriğe atla

istifa vakti

mutlu geçmesi temennileriyle başlayan bir gün... havanın griliği, ruhumun gerginliği ve düşünmeyi asla istemediğim olası aksilikler...

ağustos 2008'de elime, ayağıma, ruhuma bağlanmış prangadan kurtulma vaktidir bugün... bir aksilik çıkacak diye ölesiye korkuyorum... içim içimi yiyor... beklenen telefon gelmiyor. ama gelse de, gelmese de bugün istifa vaktidir, bu gerçeği hiçbir şey değiştirmiyor.

Yorumlar

iris dedi ki…
staj canım ya... ama gel gelelim pazartesiye kaldı istifa :D bugün almadılar, şaşırdın mı :))
yok artık bu staj konusuna şaşırmıyorum vallahi :)
iris dedi ki…
:) ne tesadüf, ben de şaşırmıyorum artık :)

neyse ama pazartesi halloucak inşallah :)
aa dedi ki…
inşa**ah o telefon da gelir, istifade edilen bi istifa olur..
(*) izmir yıldızı. bütünü yazılmaktan imtina edilen bir sözcükte tek bir harfin yerine geçebilir, geçmeyebilir de.
haberdar edile, geldi denile, blogu takip edenlerde durduk yerde stres yaratılmaya. (şaka. yıllardır çarkın içindeyim, hiç istifa edemedim, hep kendi isteğimle kovuldum.)
iris dedi ki…
:) ben çarkın içine gireli çok olmadı henüz :) ama istifa dilekçem hazır, bugün malum yarım gün olduğu için buluşamadık müdür beyciimle :) gerçi bir tek o yoktu yerinde ya neyse :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!