Ana içeriğe atla

derd-i hediye

ey okuyucu, dertlendim şimdi...

geçtiğimiz aylarda elimde olmayan sebeplerle üzdüğüm bir arkadaşıma hediye bakıyordum internetten; biraz fikir oluşturmak, biraz da "nereden alabilirim?" sorusunu yanıtlamak için. doğum gününde maalesef ki yanında olamamıştım, aramızda berlin duvarı vardı... yakın zamanda berlin duvarını el birliğince kaldırsak da bir türlü görüşemedik... istiyorum ki görüşeceğimiz zaman ben ona geçmiş doğum günü hediyesini vereyim. canım arkadaşım mcfarlane oyuncaklarına bayılır, özellikle de spawn grubuna... bu arada oyuncak dediysem (bilmeyenler için söylüyorum) yanlış anlaşılmasın, yetişkin oyuncakları... misal bakınıyordum geçen, femme fatale koleksiyonu, 3lü set... masal kahramanlarını azıcık farklı yorumlamışlar, azıcık :) ama hoşuna gider diye düşünmüştüm, alayım demiştim ama ben alana kadar o almış galiba (hala emin değilim)...

neyse işte... ona hediye bakarken kendimi, kendim için bir şeyler isterken buldum! ayranı yok içmeye, tahterevanla gidiyor şeyeetmeye muhabbeti oldu benimkisi tabii, o ayrı mesele... gel gelelim benim beğendiklerim burada yok, yurtdışında da birinin stoğu yok ve zaten hepsi pahalı... ama bu ikisini istiyorum, bendekinin yanına. hadi aldım desem, kargo masrafı bilmem ne, tam da nişan öncesi şahane olacak... nasıl; güzel handikap değil mi? ah canım arkadaşım, birkaç sene önce bana hediye olarak bir figür aldığında başıma bu işleri açacağını bilmiyordun tabii... şımarık küçük kızlar gibi başlasam mı acaba "istiyorummm iştee banaa neee! istiyorum!" diye... ama biliyorum ki beyhude :) ben uslu uslu, içimden istemeye ve arkadaşıma hediye bakmaya devam edeyim :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!