Ana içeriğe atla

aşk fani, anılar baki...



çok uzun bir aradan sonra bugün ilk aşkımı gördüm. onu görür görmez aklıma bu şarkı geldi, o zamanlar çok dinlerdim.

benim için kolay değildi, ilk aşkım yarı platonikti... aramızda çok şey vardı, herkes bilirdi de bir biz itiraf edemezdik birbirimize... belki planotik olsa o kadar sarsmazdı... hatta belki onca yıla da sarkmazdı.

on sekiz yaşındaydım. ona öyle aşıktım ki "gel" dese, valizimi toplayıp, annemi, babamı ardımda bırakacak kadar... ona öyle aşıktım ki; tüm hayatımı silecek kadar... ama o "gel" demedi. bir şeyler geveledi, ama "gel" değildi... iyi ki de değildi... şimdi çok mutluyum...

bugün onu gördüm, görmemezlikten geldim... onunla konuşacak hiçbir şeyim yoktu, ona dair içimde hiçbir şey yoktu... ama o yıllarım geldi aklıma, o zamanlardaki halim... güldüm biraz ve bu şarkıyı hatırladım yine...

Yorumlar

karadut dedi ki…
"acı çekmekten mutlu olmak
her şeyi güzel kılan"

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!