Ana içeriğe atla

ninni


tüm erken kaybedilenlere...



kırmak vardı hüznümün kapısını ninniler dolaşırken içimde. sözsüz, sessiz, yorgun mırıldanırken ve gençliğini fısıldarken kulağına tüm erken kaybedilenlerin, dönüş yok biliyorum.

dönüş yok, gelip çattığında yolculuk vakti; asılsa da derme çatma hayallerimizin solgun yüzü. gelmiştir ninni saati, şimdiye dek uyumadığın kadar uzun bir uykuya yatmanın vakti. kaçışı yoktur ki, tanır hangi maskeyi taksan da seni.

hangi gidiş geç gelir ki bize ve yahut mümkün mü “tam zamanında gitti” diyebilmek, vedalar bu kadar zorken. “hoşçakal”lar bile bunca zor süzülürken dilimizden, “elveda”lara sıra gelebilir mi ki?

II

kırmak vardı düşlerimin kapısını, sesler sessizliğe boğulurken içimde. (s)onsuzluğa karılmaktayken zaman ve ölüm (s)özsüz bir karanlığa gömerken uykuyu, gece yalnız bir araç görevi görmekte sinsice…

aynaya yansıyan bir gölgeden ibaret şimdi yaşam... artık düşler gibi gündüzler de soğuk, (kar)altın/ya gömülmüş huzur. ve bir yokluk kaplarken her yeri, yalnızlık yeniden keşfedilmiş sanki.

öncesiz ve sonrasızdı mazide düşler… yaşamın belirtisi, uykunun ayracıydı ölümden. şimdi karışmışken her şey, düşler sessiz ve sözsüz bir şarkı olup söylenmekteyken (d)illerde, ölüm bulaşmışken görüp göremediğimiz her şeye, uyku geceden koparak (s)armalamışken günü de, yaşamaktan ve hatta huzurdan söz edilebilir mi ki?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...