"Katre-i Matem", İskeder Pala'nın son kitabı... Kitap, arka kapak yazısında şöyle tanıtılıyor;
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere,yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. Lale, bağrıma taç ve ben ona muhtaç.
Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgarları toplayan hüzünler, aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.
Uyan sakî, lale devrindeyiz.
Rüya gibi bir İstanbul, ülkeler arası entrikalara yol açmış bir çiçek, zengin çağrışımlı bir Osmanlı tarihi, hep merak edilen saray ve aristokrasi, isyana kadar varan taşkınlıklarıyla fakir halk, sınır tanımayan bir eğlence ve zevk dünyası, bütün bunların arasında derin bir aşk hikâyesi ve korkunç bir cinayet... Nefes nefese bir kovalamaca, heyecanlı bir macera...
Yine İskender Pala'nın usta kaleminden...
"Bir şehrin anılarını en iyi mezarlıklar saklıyor!"... "Şehirlerim tarih boyunca gördüğü düşler işte şu mezar taşlarında tek tek kaydedilmiş duruyor." s.124
"Aslında her şehir kabristanlarıyla birlikte iki şehir sayılırdı. İstanbul, yanı başında kendi macerasını tamamlayan bu ikinci şehir tarafından daima eksiltilmekte, belki ona dünyalı olduğunu, fani olduğunu söyleyip durmaktaydı. İç içe geçmiş, birbirine karışmış iki ırmak gibi hayatlar akıyordu bu iki şehirde. Birinin akışı diğerine doğru, onu besleyip durmaktaydı. İnsanlar farkında olsa da, olmasa da bu iki şehir arasında her gün sessiz gidişler veya tantanalı geçişler oluyordu. Öylesine yakın, öylesine iç içe iki şehir. Ama onca iç içelik içinde tarifsiz bir uzaklık vardır aralarında. Ölümle hayatın yakınlığı, ölümle hayatın uzaklığı kadar..." s. 127
" -Derkenar- Sevdiğini başkasından kıskanan biri
Sadî anlatıyordu:
'Henüz toy bir delikanlı idim. Siraz'da bir kızı sevmiştim. O da bana ilgisiz değildi. Birkaç kez de buluşup konuştuk. Sonra araya ayrılık girdi. Ben gurbetlere gittim. On yıl onun aşkıyla coşup taştım, hasretiyle yanıp kavruldum. Nihayet yurduma geri döndüğüm vakit ilk işim onu aramak oldu. Beni görür görmez başladı siteme:
<< A Sadî! Meğer ne kadar vefasızmışsın!.. Bunca yıl ge.ti aradan, ne bir haber, ne bir mektup?!..>>
Ona dedim ki:
Ey sevgisi kalbimde yer edinen selvi boylu!.. Senin yüzünü görme bahtiyarlığından ben mahrum iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!..' s. 137-138
"Bir şeyi çok umut etmek, umuda köle olmaktır." s.162
" -Derkenar- Aşk Üzerine Dedikodu
Aşkın insanlar üzerinde etkin bir gücü, keskin bir egemenliği, yadsınamaz bir hâkimiyeti, çürümeyen bir nüfuzu, dayanılmaz bir baskısı vardır. En sıkı düğümlenmiş düğümlenmiş düğümleri çözen de, katılıkları eriten de, buna karşılık sağlamları sarsan ve yasak olanı serbest bırakan da odur.
Aşk yalnızca bir bakıştır; gerisi vesairedir... O ilk bakıştan sonra âşık durmadan sevgiliyi seyretme, onu görme arzusu duyar. Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Aşıkın gözü sevgiliden başkası üzerinde eğleşip durmak istemez. Mıknatıs, çekim gücünü göz ile sevgili arasındaki ilişkiden almıştır. Dilbigisinde sıfatın isme uyduğu gibi, göz de sevgiliye uyar, onda eriyip sonsuzluğa karışır.
Eğer sevgiliden başkasına söylenmeyecek şeylere sahip olunmuşsa aşk kapıda demektir. Bu durumda sevgilinin sözünü can kulağıyla dinlemek, ileri sürdüğü her şeyden dolayı hayret etmek, saçma sapan, hatta yalan şeyler bile konuşsa ona hak vermek, haksız olduğu zamanlarda bile onu doğrulamak, ne yaparsa, ne derse, peşini sürmek, hep aşkın halleridir. Hatta birbiriyle çelişkili haller bile aşk için söz konusudur. Ayrılık acısının âşıka hoş gelmesi, zamanla ondan zevk alması gibi. Aşk ilerleyince sevgilinin derdini çekmek mutluluk olabilir. Tabiatta herhangi bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür. At arabasının tekerlekleri çok hızlı dönmeye başlayınca sanki tersine dönüyor gibi görülür. O halde bütün üzüntülerin sonu mutluluk, bütün gülmelerin sonu gözyaşıdır. Sevincin de, hüznün de aşırısı insanı öldürür. Kahkalarla gülen kişinin gözünden sonunda yaş akar.
Yıldız sürülerinin çobanları da, olsa olsa yalnızlığı seçip inzivaya çekilen ve orada öylece ağlayıp duran âşıklardır. Onlar, gecelerin bitmez tükenmez uzunluğunda yıldızları sayıp yıldız yıldız gözyaşı dökerler. Âşıkların gözkapaklarıdır ki bulutlara bu konuda ders verir. Eğer Batlamyus yaşıyor olsaydı, yıldızların akışını gözlemlemek için âşıklardan kendisine bir gözlem ekibi kurardı. Eski bir doğu şiirinde 'Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir/ Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat'* denilmiştir. Bu doğrudur. s. 238
* Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler asla bilemezler. Onun hangisi olduğunu ancak gama müptela olmuş âşık bilir.
Yorumlar
Harika bir kitap.
Şöyle bir göz atayım dedim derkanarlardan nete düşmüş olanlar varmı. Sizin sayfanızda buldum. Hatta birkaçını çaldım :)
Tşkkürler..
gerçekten de harika bir kitap...
rica ederim efenim... çalınız :)