Ana içeriğe atla

terazinin öte yüzü


yaşayan herkes gibi yalnız… bir senfoniye sığdırmaya çalıştığımız hayat. ve dünya; belki de hepimizden yalnız…

ne söylenebilir ki?

“yalnızlık baki sevgili”yse avuçlarımızda… ve herkesin güller gibi dikenleri varsa ve batıyorsa, kanatıyorsa… kimi zaman bilerek ve isteyerek; kimi zaman perişan, dikenlerinden şikâyet ederek… oysa hep aynı oyun değil mi oynadığımız?...

biz barbarlar… boşuna kan akıtmaktan, can acıtmaktan mutlu olan yaşamlar… “biz akıllıyız” diyerek kendimizi “öteki”lerden ayırdığımız hayvanlar…

vazgeçişler… artık bir önemi kalmayan hisler… ve zaman… kayıp giden, kayıp olan zaman… ve hep yalnızlıklara bulanan…

ne söylenebilir ki?

herkes memnunken halinden… ama boş yere şikâyet ederken, değiş(tir)mezken… söylenenlerin birçoğu uzun zaman önce yalan olmuşken… inanmaktan vazgeçmişken –öteki hislerde olduğu gibi – alevler sönüp kül olmuşken… gözler donuklaşmış; sevda sözleri kalıplaşmışken… artık aşklar birkaç güne sığarken… ceplerimizden paralar taşarken… ya da sırf bunun için her kötülük mübahken… ve insanlar etiketleriyle anılır olmuşken… bize ne olacak; hiç düşündünüz mü?
yalnızlıklarımızın arta kalan yanındaki o sevimli küçük çocuklar ne olacak? doya doya tatmaları gereken o yolculuklar? o düşsel sayıklamalar… ne olacak? yaşa(yama)dıkları aşklar… ya o akıllarına kazınan masallar… yamalanmaktan yorgun düşmüş hayaller… ne olacak?

önemi yok hiçbir şeyin sev(e)medikten ve sevil(e)medikten sonra. önemi yok, her birimiz eğreti maskeler ardına gizlenmeye çalıştıktan sonra…

farkında olsaydık o çocukları hapsetmeden, her aldığımız nefesi sonra verdiğimizin… farkına varsaydık, her şeyin bir an gelip de bittiğinin… ve en az yaşam kadar canlı olduğunun ölümün; yine de aynı olur muydu her şey? o zaman da böyle yalnız kalır mıydık; yaşanacak sevdalar geçerken göz önümüzden… ve o zaman da korkar mıydık bu kadar ölümden, yaşam denen o aldatmacaya inanıp?

yaşam ve ölüm… hayatın gerçekleri… birilerinin elindeki o ilahi terazi… bir gün geldiğinde – ki gelecek – terazinin “ölüm” denen kefesi; o zaman ne olacak? uğruna hayallerinizi yıktığınız, belki yıktırdığınız, benliğiniz ne olacak? üstelik son hep aynıyken… ve değişmezken… değişmeyecekken…

“yaşadıklarımız küçük müdür; hayat denen gerçekten?”

Yorumlar

rumuz ilkyaz dedi ki…
Merhaba,

terazinin öte yüzü
yazinizi alintilamis bulunmaktayim.Alinti blogunda yayinladim..Sorun olacak olursa
kaldiririm!

selamlarimla...
iris dedi ki…
merhabalar

haber vermiş olduğunuza göre sorun yok efendim :)

sevgiler...

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah