Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

iyelik eklerimin sahibine...

hadi kalk... tut elimi. sahildeki kahveye gidiyoruz. ne olmuş gecenin bu saatiyse? ve yarın iş varsa ne olmuş? biraz az uyuruz, "an"ı yaşamalıyız, biliyorsun... sözümüz var. gökte ay... denizde hafif dalga... yıldızlar parlamakta... rüzgârsa hafiften okşamakta... daha ne olsun? rüstem amca kapatmamıştır kahveyi daha... oturmuştur boşalmış tahta sandalyelerden birine, açmıştır rakısını, başlamıştır demlenmeye... bize de çıkartır iki kadeh, birer tek atarız, uçuşur zihnimizdeki sorular, sorunlar görünmez olur... elim elimde, gözüm gözünde, zaman durur...

Küçük Prens'ten Küçük Kara Balığa :))

"Küçük Kara Balık, hadi bana poz ver" dedim. Şaşırdı, üstüne başına çeki düzen vermeye yeltendi. "Gerek yok, bir şey deniyorum, hatta ne kadar doğal olursan o kadar iyi" dedim. Anlamadı, gülümsedi, pencerenin kenarındaki kanepeye oturdu ve objektife bakmaya başladı. Fotoğrafını çektim, kameranın ekranından önizlemeye baktım. Meraklandı... Yanına gittim, fotoğrafı gösterdim, baktı. "Fena çıkmamış" dedi. Kamerayı boynuma astım, "Gözlerini kapat" dedim. Neden diye sormadı, gözlerini kapattı. Önce sağ gözünü, sonra sol gözünü ven en son da dudaklarını öptüm. Gözlerini açtı, neler olduğunu anlayamamıştı. Birkaç adım geri gittim, kamerayı boynumdan alıp bir kare daha fotoğrafını çektim. "Ne yaptın" diye sordu. "Gözlerindeki hüznü sildim" dedim. İkinci kare ilkinden çok daha "Mutlu" görünüyordu.

sevdiklerimden...

fark ettim ki neredeyse ezbere bildiğim "küçük prens"ten ve "küçük kara balık"tan hiç alıntı yapmamışım... önceliği "küçük prens"e veriyorum, "küçük kara balık"ımız da bu sürede denize ulaşmaya çalışsın bakalım... ("küçük kara balık"ı bilmeyenler de buradan okuyabilirler efenim... çocuk kitabıdır, masaldır diyip geçmeyiniz lütfen, iran'ın yasaklı kitapları arasında bulunmakla birlikte 12 eylül döneminde türkiye'de de yasaklanmıştır.) * "-Koyun... Koyun çalıları yiyorsa çiçekleri de yer değil mi? -Koyunlar bulabildikleri her şeyi yerler. -Dikenli çiçekleri de mi? -Evet dikenli çiçekleri de. -Öyleyse dikenler... Ne işe yarar ki?.." * "Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım." * "...küçük prens, 'İnsanlar nerede?' diye söze başladı. 'Çölde insan çok yalnız hissediyor kendini...' 'İnsanlar arasında da yalnızdır insan.' dedi yılan..

ATAM

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

SÖZCÜKLER, HAYALLER ve “YALNIZ OPERA”LAR

Sınırlarımızı düşündüm, özgürlüğümüzü… aramıza çizdiğimiz görünmez duvarları ve çaresizliğimizi de… hayallerimizi düşündüm; birlikte kurduğumuz… biraz yasak, biraz uzak, ama karşı konulamaz, kendiliğinden çıkagelen hayallerimizi. Zamanı düşündüm. Geç kaldığımız yahut erken gittiğimiz için kaybettiklerimizi, zamanlamayı öğrenemeyişimizi… yıkılmaya ramak kalışlarımızı, düşmemeye çalışmalarımızı, düşelim diye çelme takışlarını düşündüm. Sustum sonra uzun uzun. Yine Miles Davis çalıyordu, yine uçuşan jazz, ben susuyordum; aklımda cevaplanmamış sorular, susuyordum cevaplarını bulmaya çalışarak. “Var mıydı?” diye sordum kendime. Vardın. Bazen yakın, bazen uzak; ama hep vardın. Belki bir gün, umulmadık bir yerde kesişir diyeydi umutlarım. Mektuplar yazdım, mektuplar yırttım attım, mektuplar okuyamayacağın; seni unutmadım. Oradaydın… nerede olduğunu bilmesem de oradaydın. Sen; “yaşanmamış bir büyük aşk”, bense; dönmekten yorgun düşmüş atlıkarınca ve içinde bulunduğumuz kocaman lunapa

O'na...

senin yüzün bende, senin yüzün bende. hâlâ, diyor. vurmalı vurmalı o sesler içime değiyor. bir müzik parçası çalıyor içeride: içimde bir parça; ne kopuyor ne ölüyor. gitmek ölüm bana, kalmak haram. (Birhan Keskin)

unutuldum!

Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte bıraktın, unuttum, unutuldum. (Birhan Keskin)

...

ben senin yokluğuna mıhlandım, haricimde dönüyor dönüyorsa dünya. (Birhan Keskin)

özledim!

Özlemin tarifi yok, kim ne demişse sebebi çaresizlik. Yanımdayken bile sana doyamazken, nasıl anlatılır ki sensizlik!. (Sunay Akın)

bana bir masal anlat baba

bir gün ansızın bir şey olur, geçmiş canlanır gözünde. şimdin güzeldir, gelecekten umutlusundur, ama geçmiş caziptir... masumiyetin tamdır, safsındır hayatın çirkin yüzünü görmediğinden. aslında geçmişte yaşamıyorsundur, ama arıyorsundur, özlüyorsundur bazen; salıncağını, arkadaşlarını, ailenin artık hayatta olmayanlarını... öyle bir andır işte... bazen insan o günlere dönmek ister, her şeyi göze alır; yeniden ergenlik sancıları çekmek, ilk aşkın acısını sindirmek, yeniden okul sıralarına dönmek, öss'ye hazırlanmak... hepsi, sırf o günler için sorgusuzca kabul edilir... annenin sana kol kanat gerdiği, babanın dizlerine yattığın, saçının okşanarak masal dinlediğin anlara... tek sorumluluğunun okula gitmek olduğu yıllara... ama mümkün değildir işte... geçmişi unutmaya başladım, bana yeniden masal anlatır mısın baba?
yaralanan bir şey tekrar iyileşebilir mi iyileşen yerde iz kalınca Birhan Keskin

Alıntı

Geçtiğimiz günlerde okuyup bitirdiğim "Kadınlar Rüyalar Ejderhalar" isimli kitaptan... Çok beğendim gerçekten... "Biz, tekil kişiler olarak, ruh olarak birer birer yaşarız. Kişi, tek bir kişi olarak. Ortaklık, umut edebileceğimiz en iyi şeydir, ve ortaklık çoğu kişi için dokunmak demektir: elinizin bir başkasının eline dokunuşu, birlikte yapılan iş, birlikte çekilen kızak, birlikte edilen dans, beraber dünyaya getirilen çocuk. Biz sadece tek bir vücuda ve iki ele sahibiz. Bir çember oluşturabiliriz, ama bir çember olamayız." Ursula K. Le Guin

İki mim'dir :)

Sevgili Konuşma Baloncuğu beni mimlemiş... Bu defa mim'ime zaman geçirmeden cevap vermek istedim. Mim'imizin konusu; "Çok beğendiğiniz, izlemekten asla sıkılmayacağınızı düşündüğünüz 3 filmi (Üçlemeler üç film olarak sayılacaktır), neden bu kadar beğendiğinizi de açıklayarak yazın." Gelelim benim filmlerime: 1. Big Fish: Aşkı ve hayatı sonsuz bir masal olarak sunduğu için; her şeye dair söylemek istediklerini seyircinin gözüne sokmadığı; ince ince işlediği; yaşamlarımızda fark etmedena geçtiğimiz olağanüstü anları keşfetmemizi sağladığı için seviyorum bu filmi... (Her izlediğimde Ed Bloom'un Sandra'sı olmak için yoğun bir istek duyduğumu da saklamayayım sizlerden... Her şeyi geçtim, sırf o küvet sahnesi için bile... Onca yıl geçtikten sonra öyle büyük bir aşk, öyle büyük bir sevgi...) 2. The Sea İnside: İlk izlediğimde ruhsal komaya girmiş ve iki hafta boyunca çıkamamıştım. Yoğun duygusal ama "düşünce" yüklü; izleyen herkes

Bir mim'dir :)

Pek sevgili Karılıksızcığım beni aylar aylar önce mimlemişti... Lakin kendi tantanalarına derin bir şekilde dalmış bir insan olarak cevap verememiştim. Şimdi vakti geldi artık... konumuz şu: "Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız, neyi kurtarırsınız?" Çantamın içine harici belleğimi atarak hem cüzdanımı, hem de tüm fotoğraflarımı kurtarırdım. Zira annemden bana kalan tek şeyler o fotoğraflar... Özel olarak kimseye göndermemekle birlikte, isteyen üzerine alabilir diyorum :)

ya - ya

duysana, kopuk ve uzak bir şeyler var aramızda ya beni bırak, ya sarıl bana. (Birhan Keskin)

aklı selimler için kişisel gelişim :)

tüm aklı selimlere sevgilerimle :)) [tabii yiğit özgür'e de] ki onlar kendilerini bilirler :))

günün şarkısı; in line

ilk...

başlangıçlar ve sonlarla kendisini var eden yaşam, durmaksızın akıp giden zaman ve her şeyi zamana, kadere bağlayan ya da kaderimi kendim çizdim diyen insan... mutluluklar, hüzünler, aşklar, kavgalar, barışmalar, ayrılıklar... "ilk" ve "son"lar... bu şimdi "ilk"... ve "son" mümkünse uzak olsun...

alıntı

Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan, Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgar olduklarını unuttum... (Turgut Uyar)

AŞK

Öyle tuhaf bir güçtür ki; yapıma da yıkıma da hükmetmektedir gizli kalesinde. Karşıt güçlerin aynı sonsuz amaç için çarpışıp bütünleşmesidir. Akli olanı delirtir de, deliye bir şey yapmaz pek, zaten o çoktan tatmıştır onun kekremsi meyinden. O 'mey'in tadı öyledir ki; ya taşı "dîl"lendirir, ya dilbâzı lal eder; ya açtırır gözlerini, ya âmâ eder... O öyle bir 'mey'dir ki; "yokluğa da varlığa da değer..."

Sır

, söz söz vermiştim, (g)izini (s)akladım bulamadılar... sessizce yürüdüm, yol uzadıkça uzadı, ağırlaştım; ayaklarım sanki taştan mezar... aramaktaydılar... geçtim; o korktuğumuz dar karanlık ve ne idüğü belirsiz hayaletlerin (y)aşa(ma)dığı sokaktan. suretsizdim, (k)ayıptım yokluk kadar... (h)islenmiştim, (p)usluydum; konuşmak gelmedi içimden sonsuza dek sustum...

akıl, fikir duası!

! allam yarebbim, sen bana akıl fikir ver. ver ki her fırsatı değerlendirip, istanbul'dan kaçmayayım... kaçarsam da tatilin son gününde dönmeyeyim. dönersem de geç döneyim, günümü feribot kuyruklarında heba etmeyeyim! edersem de sen beni bildiğin gibi et! artık çarpar mısın, çurpar mısın bilmem

alıntı

gözlerimdeki ay ışığı gözlerinin körlüğü içindi. (Birhan Keskin) ahh ahhh, daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki!

yalnızlıklar

şu an gitmek istiyorum... artık nereye olursa, bir valiz hazırlığı, bir tatlı çarpıntı, biraz kaçış, umursamayış... biraz sıcak, huzur ve rüzgar... mümkünse saçlarım uçuşurken gamını da silkeleyeyim ruhumun... evet, evet gitmeliyim... hani olur ya, yalnızlık bazen aniden gelir ve çöreklenir göğsünün üzerine... sanki herkes silinmiştir yaşam defterinden, sen silinmek üzeresindir. yavaş yavaş sıkıntısını, zehirini bırakır içine; sonra büyür de büyür... ama kim bilir; belki de sığındığımız güvenli kalemizdir bizim... yaşama karşı sağırlaştığımız, dilsizleştiğimiz, körleştiğimiz... kalemiz... aslında; "yalnızlık bir tarihtir" yolculuğumuzda, bizim belirlemediğimiz... ne derdi oğuz atay, tutunamayanlarında: önce kelime vardı' diye başlıyor yohanna' ya göre incil. kelimeden önce de yalnızlık vardı. ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık... kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenmeden önce başladı. kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeler

Hoş Geldim...

Gittiğim gibi dönebilmeyi isterdim; Bıraktığım gibi bulabilmeyi... Ama biliyordum, mümkün değildi... Değiştim, Değiştirdim, Değiştirildim... Şimdi tam anlamıyla yabancısı olduğum bir yerde, tam anlamıyla yabancısı olduğum bir yaşamdayım... Yaş(lanm)aya çalışıyorum, "hayat" adı verilmiş bu ince ip üzerinde; Elimden geldiğince... Ateş bazen işkence eder bazense ısıtır. Bu içinde mi yoksa önünde mi olduğuna göre değişir. Hayat gibi. (Louis Ferdinand Celine) Ateşin ısıttığı tarafında olmanız -ve hatta olmamız- dileğiyle...

"merhaba"ya dönüşecek bir "veda"

çok sevdiğim ve kendime anlamsız derecede çok yakıştırdığım ismimden vazgeçiyorum. hani bazen söylenecek çok şey vardır, ama susması gerekir insanın. bu da o anlardan biri. bir veda... bir başlangıç... yine, yeniden, karşılaşmak ümidiyle... dostluğunuz, yorumlarınız için hepinize binlerce kez teşekkür ederim... hoşça kalın... iris

gitti maaşım birkaç güzel topuk uğruna...

bu ara yine esti bana... normal şartlar altında hastayken dışarı çıkmaktan hoşlanmam. hele alışverişe gitmekten hiç! çünkü hiçbir şey beğenemem, yanımdaki her kimse onu kanser ederim. geçtiğimiz gün kuzen beni ayarttı. "hadi gel gidip ayakkabı bakalım." dedi. gitsem mi, gitmesem mi derken kendimi ayakkabıcımızda buldum... o muydu, bu muydu derken de bi baktım ki kasadayım... 4 adet ayakkabı, 2 adet de çanta almışım. bir maaşı ayakkabıya bağladım anlayacağınız... içime oturdu resmen! bu ay aç kalırsam, onları kemiririm artık :) eve geldiğimde "iyi ki hastaymışım" diye düşünmedim desem yalan olur :) kim bilir kaç maaşı bağlardım o zaman :)

Alıntı

Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri bayağı zaman alıyor. Küçük İskender

sevseydim seni...

bazen kıymetini bilmezsiniz sevenin... sizi sizden iyi bilendir... "arkadaş" dersiniz, "dost" dersiniz bir "sevgili" demezsiniz... üzülür, kırılır, uzaklaşırsınız birbirinizden. ama yine de çıkamazsınız hayatından. özlersiniz birbinizi. zaman geçer, konuşulmadan, görüşülmeden. sonra bir gün bir mail düşer, adresinize... utanacağınız, hayıflanacağınız, ağlayacağınız... "keşke"lerden dizdiğiniz kolyeyi, artık koparamayacağınız... "Kim bilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi Kaç kişi güzelliğini sevdi Belki gerçek aşkla; belki değil Ama bir tek kişi seni sevdi. Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi. (William Butler Yeats)" her şeyi geçtim, sırf bunun için sevseydim seni...

alıntı

taş toplamaya başladım, bağrıma basmak için sabır taşları. (latife tekin)

karışık

rüyalarım her zamankinden daha saçma. zihnim karmakarışık. düşünceler kördüğüm olmuş, uçları yok. her şey sanki birbirinin aynısı. yorgun ve tatsızım...

Hayat Ve Yahut (Z)amansız Gazel

Geçti zaman, hırpalandı (y)aralarıyla; döküldü kelebek kanatlarımın pulları… Geçti zaman, yaşım büyürken ve ufalırken hayallerimin çocuk yüzü geçmiş(t)e “düş”tü(ğü)m bir mask atölyesine h/yüzün yağıyordu. Parmaklarım kanıyordu üzerime yapıştırılmış etiketleri sökmeye uğraşırken. Ve yalnızlık senden yadigâr en dramatik hediyeyken, son (g)ünün canlanmaktaydı düşümde… Geçti zaman… Ama henüz geçmemişken, üşürdük –kırıldık– kimse anlamazken bizi. Çığlıklarla ve biraz da şımarıkça anlatmaya çalışırdık; zamanın hayâsızca ufaladığını hayallerimizi, lakin ya duymazlar, ya anlamazlardı, ya da duyup inanmazlardı bize… Yalnızca çocuktuk onların gözlerinde; hani şu “kral çıplak” diyebilen çocuklardan, bundandır ki korkarlardı bizlerden… Ve ağır gelirdi onlara gerçekler, bizse kendi başımıza d(üş[ür)ür] ezilirdik. Geçti zaman… Büyüttü bizi sancılarıyla, sonra… Söz tükendi, gece yarım kaldı. Sesler mühürlü, sözcükler oluşmadı. Oysa dilden dile akardı söz... Ama yalan, ama gerçek, hüzünde de, g

alıntı

Kışın en soğuk zamanında, ben nihayet içimde yenemediğim bir yaz olduğunu öğrendim. (Albert Camus)

kayıp

Kayıp. Anmak için sakladığım güzel an(ı)larım kayıp. Beklememek gerekirken, anlarım anılarım olmadan yaşamak gerekirken, benim sakladıklarım, cennetim sandıklarım kayıp. Zaman gelmiş, zaman dokunmuş, zaman değiştirmiş, zaman unutturmuş… Zaman gelmiş; geçip gitmiş. Yarattığı yıkıntıyı fark etmemiş. Benden yıllar önce şair ne doğru demiş: “Bana zamandan söz ediyorlar Gelip size zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman alır sizden bunların yükünü O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızıla

unuttum

Unuttum kelimelerin dilini, Harflerin cömertliğini. Şimdi sözlerim zalim, Hayatın tadı gibi kekre... Kendimden yüzyıllarca uzaktayım. Düş(üm) yok, anı(m) yok… Kendimden soyut(um), dünyada yok(um). Bir suretim var, kendimin de bilmediği… Eksik(im), Fazla(yım)… Az(ım), Çok(um)… Aslında hangisiyim bilmiyorum… Yitirdim sahiplendiğim ne varsa, Attım görünürde var olan iyelik eklerini, Üfledim rüzgâra doğru… O ne yaptı; Hepsini gerisin geri yüzüme uçurdu. Şimdi; Belli belirsiz varlar işte… “İye”likler(im)… Var ile yok arasında kendimle cebelleştiğim…

şarkı'm

daha önceden yayınlamış olsam da bu ara benim şarkım bu... ve hala muhteşem... içimde, çıplak ayaklarımla deniz kenarında yürüme isteği... bir şişe kırmızı şarap da eşlik ederse değmeyin keyfime... içesim,sarhoş olasım, kaybolasım var...

alıntı / vasiyet

"Vasiyetimdir; her şeyimi zamana bırakıyorum". (Ece Ayhan)

hayal bu ya

bu benmişim... gizlice bulutlara değmişim...

iltifatta son nokta

öğrenci milleti bu işi çözmüş arkadaş! bizim aklımıza gelip de iki lafı bir araya getiremezdik... bunlar maşallah destan yazıyor, kızlı erkekli... "edebiyat hiç bu kadar güzel olmamıştı." "hocaam, okula geldiniz geleli hayatıım, ee şey edebiyat dersi renklendi." "neden büyüksünüz hocam?" yazılı sırasında yüzüme bakan öğrenciye "yüzüme bakacağına kağıdına baksana" diyorum, çocuğun cevabı "ama kağıt sizin kadar güzel değil hocam" oluyor... te allam yarebbim... beni tanımayanlar da afroditin suretiyim sanacak... bizdeki canavar kılıklının değil tabii yunan mitolojisinde olanın... ama ne yalan söyleyeyim alakam yok :)) .... bir tanesi de var, sürekli bana "metee hocamm, metee" diyor... "ne metesi, ne diyorsun sen?" dedim... "dizii var yaa hocamm" diyor... sonra alakasız bir anda geliyor, "hocam siz bi dizi var, ondaki müzik öğretmeninee benziyorsunuz." diyor... ben de bilmiyorum dizi mizi, anlamıyorum

alıntı

Eğer silmek o kadar kolaysa, yazılan pek bir şey yok demektir. (Gore Vidal)

hayal bu ya

o kuşlardan biri benmişim, meçhule doğru gitmekteymişim...

deli kızın incileri

nihayet dün yeni dövmem bitti :) fotoğraftaki hali henüz yaralı hali, daha iyileşecek, su dalgalarının renkleri değişecek... ama ben bu halini bile çok sevdim... çok mutluyum...

yorumsuz...

Can yücel'e sormuşlar; Neden hep babanıza şiir yazıyorsunuz, o'na olan sevginizi anlatıyorsunuz...? Can Yücel vermiş cevabını... Anneme olan sevgimi yazacak kadar şair değilim..

Hayyam'dan

Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi ! Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli, Can gözünü açınca görüyor ki insan; "En büyük düşmanıymış en çok güvendiği". Ömer Hayyam