Geçti zaman, hırpalandı (y)aralarıyla; döküldü kelebek kanatlarımın pulları… Geçti zaman, yaşım büyürken ve ufalırken hayallerimin çocuk yüzü geçmiş(t)e “düş”tü(ğü)m bir mask atölyesine h/yüzün yağıyordu. Parmaklarım kanıyordu üzerime yapıştırılmış etiketleri sökmeye uğraşırken. Ve yalnızlık senden yadigâr en dramatik hediyeyken, son (g)ünün canlanmaktaydı düşümde…
Geçti zaman… Ama henüz geçmemişken, üşürdük –kırıldık– kimse anlamazken bizi. Çığlıklarla ve biraz da şımarıkça anlatmaya çalışırdık; zamanın hayâsızca ufaladığını hayallerimizi, lakin ya duymazlar, ya anlamazlardı, ya da duyup inanmazlardı bize… Yalnızca çocuktuk onların gözlerinde; hani şu “kral çıplak” diyebilen çocuklardan, bundandır ki korkarlardı bizlerden… Ve ağır gelirdi onlara gerçekler, bizse kendi başımıza d(üş[ür)ür] ezilirdik.
Geçti zaman… Büyüttü bizi sancılarıyla, sonra… Söz tükendi, gece yarım kaldı. Sesler mühürlü, sözcükler oluşmadı. Oysa dilden dile akardı söz... Ama yalan, ama gerçek, hüzünde de, gecede de akardı sel gibi, topraktan süzülür geçerdi. Söz canım(ız)dan candı, ama sustu. Kimsesiz kaldı su, söz gibi tükendi, ardından kurudu toprak, meyve vermedi hiçbir ağaç.
Zaman acı bir yemekti, kim bilir kaç gün üst üste lokma lokma yuttuk çiğnemeden. Sonra durdu zaman, geçip gittiği gibi... Kara tanıklık etti, çatlamış toprakları kadar şahitti zamanın durduğuna. Ki o da o ortak geçmişte “kral çıplak” diyebilmişti, görebilmişti gerçeği; zamanın hepimizi gün be gün erittiğini…
Geçti zaman; deniz ve şehir gölgelendi. (z)amansız ayrılıkların kar soğuğu vardı seslerde ve yüzlerde... Düşler de kar çığlığı... Demlenirken yılların demliğinde acılar, huzur gizlenmiş bir albümün kapakları altında sicim gibi akmaktaydı düşlerinin imbiğinden. Kimsesiz bir kimseyken sahibi, adım adım büyütmek isterdi paylaşabileceği her şeyini; su gibi, ekmek gibi… Zaman geçerken durmuş, mimlemişti herkesi… Artık ona gelmişti sıra; bir çığ gibi düşmekteydi düşlerinin uçurumuna ve gerçeğinin ıssızlığına, o kimsesiz sahibi albümün. Oysa ben yıllar öncesinde, düşler kurarken düşmüştüm, düşkün olmuştum varlığına, acının ortaklığına... Hüznün adımları duyulmuştu, kurulmuş saatin suretinde, ardından bir sis sarmıştı ki her yeri ve şeyi, anılar demiştim; an(ı)lar kar tutmuştu oysa geceden... Beyaz, mağrur ve üşümüştü... Çocukluğum gibi üşümüştü düşlerinin güncesinde. O (d)ilsiz çocuk, ben (k)ayıp kız ve ömrümüze mührünü vurmuş (s)ağır sultan; zaman…
Zaman geçti, söz bitti, gün tükendi düşümde, çocukluğum eskidi gerçeğimde. Eski aşklar sır oldu, dillendirmedi hiç kimse. Deniz sustu, kara küstü, rüzgâr gizlendi kendince. Düşler dindi, saniyeler işlemeye başlamışken, zaman kendi döngüsünde. Aydınlıklar eridi, gece gündüzü kararken birbirine; dibek kırılmış, havan zaten eskimiş. Rastgele diyecekken, hoşçakal demek kısmetmiş, (s)onsuz bir başlangıcın önsözünde…
Yorumlar