Ana içeriğe atla

düşlerim ve sen :)

(bu da bir "annesinin kızı"sı işte... ve düşlerimdeki "sen" ona biraz benzemektesin, bilmesen de)

aslında uzun zamandan beri aklımdaydı, "o"na yazmak... hep erteledim, belki de bir türlü cesaret edemedim... ama birkaç gün önce en yakınlarımdan birisi bana anneliğin çok yakışacağını ve beni hep kızımla hayal ettiğini söyledi... tuhaf ki geçenlerde kendimle ilgili olarak yazdığım bir yazıda hayallerimde bir kızım olduğundan bahsetmiştim... işte bugün, o yakınımla konuşurken "o"nu yazar mısın dedi, sanki içimdeki "o"na yazma isteğini okumuş gibi -diğer birçok şeyi de okuduğu gibi yüzümden-.

her kız çocuğunun içinde anne olmak yatar derler ya... gerçekten de içimizde annelik hissinin tohumları uyku halinde, ama öyle bir anda uyanıp, yeşeriyorlar ki şaşırıyorsunuz...

aslına bakarsanız korkuyorum... iyi bir anne olamamaktan çok korkuyorum... ben şu "asla annem gibi olmayacağım" diyenlerden değilim, keşke ona biraz benzeyebilsem ve "annesinin kızı"nı onun gibi büyütebilsem...

benim minik kızım... kocaman, ela rengi gözleri, bembeyaz teni, kıvırcık, kumral saçlarıyla, muzur bakışlarıyla ve "şimdi ne yapsam da annemi peşimden koştursam acaba?" yaramazlıklarıyla orada duruyor işte... zamanını bekliyor...

düşünüyorum da nasıl olacağımı, ona nasıl davranacağımı... galiba yaşamadan öğrenmek imkansız... ama biliyorum ki, çok seven bir anne olacağım -tüm anneler gibi-... dinleyen, isteklerini yerine getirmeye çalışan ama "hayır"ı da öğreten...

ninnilerle, çizgi filmlerle, masallarla, kitaplarla, şarkılarla büyüteceğim onu... ve doğayla, hayvanlarla iç içe... "yaşam"a saygılı olmayı öğreteceğim önce, sevmeyi doğaya ait her şeyi, korkmamayı, havadaki kokuyu okumayı, taze çimenin, yağmurun, toprağın, denizin kokusunu derin derin içine çekmeyi, "çamur"un sadece "çamur" olmadığını, "an"ı yaşamayı...

güvenerek büyüteceğim onu, "sonsuz" özgürlüğü yaşatmadan, ama "özgürlük" kavramını öğreterek başta; insan ayırmadan, insanları yargılamadan dinlemeyi, samimiyeti, üretmeyi, güvenmeyi, dürüst olmayı; ama istediğini bilmeyi, kendisini sevmeyi, hakkını aramayı, sorumluluk sahibi olmayı da öğreterek...

onu sıkmadan, boğmadan, "çocukluk"un tüm gereklerini yerine getirmesine, duvarları boyamasına, bir şeyler yapıştırmasına, bisiklete binmesine, koşmasına, kirlenmesine, seçmesine, gerektiğince şımarmasına da izin vererek...

şimdilik sadece düşlerimdesin... ama bir gün geleceksin... o zaman biliyorum ki, düşlerimdekinden farklı olsan da, seni çok seveceğim... arkanda hep güveneceğin, yardım istediğinde hep sana destek olacak, seni dizlerine yatırıp saçlarını okşayacak, seni anlamaya çalışacak, "istediğin olmana" sevinecek, yaşadığın tüm duygulara ortak olacak birisi olacak... ve sen de hep benim minik bebeğim olacaksın...

(yanlış anlamayın, "bencil" değilim... bunlar benim düşlerim :) babasının düşlerini buraya dahil etmedim)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah