Ana içeriğe atla
avutmak zamanıdır kendini… bak; tanınmıyorsun artık, yabancı sayılırsın, kendine bile…

ne hayaller eskittin farkında mısın? kaç hayalde eskidin? sonunda ne hayallerin gerçekleşti, ne de sen “gerçek” olabildin. yaşadın; yaşayabileceğin ne varsa, ama kimi zaman eksik, kimi zaman çok fazla…

avut kendini. “ne istedimse onu yaşadım.” de… kandır kendini. öznesiyken nesnesi olduğun oyunları düşün… hatırla ki avut kendini. bak; oyun oynamayı bile bilmiyorsun daha… körebe oynarken hep “kör”ebe oldun, yakalayamadın kimseyi. saklambaç oynarken yine ebe yaptılar seni, çıkarmadın sesini. sonra; saatlerce aradın da bulamadın kimseyi.

eksilmeye ayarladılar saatini, oysa bir gün tamamlanmayı beklerdin. aynaya bakardın her akşam, bütünlenip bütünlenmediğine, oysa ger gün aynadan eksiliyordu bir parçan. avut kendini ağlayamıyordun… ağlamak bile yasaklanmıştı sana.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...