Ana içeriğe atla

dev adamıma...


bazen, söylenecek çok şey vardır, ama düğümlenir sözcükler -maddi varlıklarmışçasına- boğazınızda. sözcüklerin yetersiz geleceğini hissedersiniz, ama söylemek de istersiniz... işte şimdi, tam da öyle bir an :)

önce girizgah, ardından hitap...

97 yazıydı herhalde... ismi önemli değil, küçük bir cafede tanıştım onunla. yakın bir arkadaşımın kuzeniydi. z. yıllardır anlatır dururdu onu bana, hep onunla çok iyi anlaşacağımızı düşünürdü... o gün işte sürpriz yaptı, tanıştırdı bizi. lakin, umduğunu bulamadı. neden sebep bilmem, yarım saat sonra biz oldukça hararetli bir biçimde tartışıyorduk. tartışma diyorsam, bariz kavga aslında... bir kaba kuvvet kullanmadık, o kadar... o inat, ben ondan inat...

birkaç hafta sonraydı herhalde... z'ye gitmiştim. bir baktım ki f. yine orada... görülmesi gereken bir sahneydi; ikimizin de yüzü asıldı ve yine, yeniden bir laf sokma telaşı başladı... zavallım z'de aramızda bir köprü gibi barışı ulaştırma çabasıyla kendini parçaladı. faydasız bir çaba...

zannediyorum o gün ben gittikten sonra f. bana ne kadar sinir olduğunu anlatmıştır z'ye... ki haksız da sayılmazdı, ben de ona sinir olmuştum... iki karşılaşma, ikisinde de tartışma... (gerçi tanışmayan iki insan, ortada bir sebep yokken neden kavga eder, bunu hiç çözemedim...)

ne kadar süre karşılaşmadık hatırlamıyorum. ama hatırladığım bir şey varsa, o da, üçüncü karşılaşmamızda her şeyin tamamen değiştiği, bizim can ciğer arkadaş olduğumuzdu... sonrasında zaman su gibi aktı zaten...

f. 2003 yılında yurt dışına gitti. haber vermedi giderken, sebebi vardı; vedalar acımasızdı... o gün bugündür sanal ortamdaki araçlar haricinde görmedim onu... özledim. çok özledim...

ben onun için denizin deli kızıydım, o benim dev adamım... benim sihirli güçlerimin olduğuna, ama ne olduklarını keşfedecek kadar büyümediğime inanırdı... uzun uzun sohbetlerimiz, sayfalarca mektuplarımız, kavgalarımız, gülüşmelerimiz vardı...

yazgımız benzerdi... yaşımızı büyütmeden çok şey gördük geçirdik... bundandır ki, onunla hep ölüme yakındık. ve o yakın olduğumuz “son” yansıdı hep sözümüze; ama dilimize, ama elimize. ama yaşama da hep inandık...

f'den çok şey öğrendim... her şeye rağmen yaşama sımsıkı tutunmayı, dayanmayı, dişimi sıkmayı, sabırlı davranmayı öğrendim mesela... kırmamaya çalışarak insanları daha çok kırdığımızı, aşkın çok çeşitli olduğunu, hayallerimizin ne kadar da kıymetli olduklarını öğrendim... ve aslında daha sayamayacağım bir dolu şey...

canım dostum, dev adamım...
farz et ki şimdi özlediğin istanbul'dasın... yıllardır bu kentte -ve hatta belki orada da- kutlamadığın bir doğum günü yaşamaktasın...

biliyorum, zaman geçti, yaşamımızdan -kimler oldukları önemli değil- insanlar geçti... şehirler, ülkeler, aşklar, ayrılıklar geçti... ne şiddetli fırtınalar, seller geçti... ama sen-ben geçmedik...

binlerce kilometreye rağmen hep yanımda, yakınımda olduğunu hissetmek büyük bir lütuf... ama bil ki özledim... derin ve felsefi konuşmalarını, sana danışmayı -senin danışmanı-, yazdıklarını, bazen tehdit edişlerini, kahkahalarını özledim... ciddi konuları konuşurken takındığın ifadenle, sigaranı ciğerinin en kuytusuna çekip saldığın dumanı bile özledim...

öyle işte...
özellikle geç yazdım... ama;

"unuttum sanma,
bugün senin doğum günün.
yine istanbul
bir kocaman pasta,
kiremit renginde.
ve yine üzerinde
ahırkapı feneri mum."

uzaktan da olsa, dileğini tut ve üfle... "hayatın kutlu olsun"...
dilerim ki; yaşamın dolu dolu geçsin, ne yaşadıklarının, ne de yaşamadıklarının pişmanlığını duyma yüreğinde...
iyi ki varsın...

Yorumlar

jewel dedi ki…
"aşkın çok çeşitli olduğunu.."
sahi.. hiç düşünmemiştim, ikiden fazlasına erdirmemiştim aklımı.. düşünücem.
iris dedi ki…
f. hayatındaki insanlara aşkla bağlıydı... sözcüklere, kitaplara, yazmak edimine aşkla bağlıydı...
başlarda karşı çıksam da, o anlattıkça gördüm ki hissettiklerimiz benzer aslında...

kendi gibi kalbinin de cüssesi büyük bir adam o, ben yaşamımın hiçbir döneminde onun kadar "aşık" olamadım...
UykusuZ dedi ki…
insanın böyle 1-2 dostu olmalı. Uzunca süre görüşmeyip , karşılaşınca hemen nasıl da telafi edilir durum 10 dakika içinde. Benim de var böyle ruhumu okuyabilen insanlar, bazılarını hayatımda hiç görmedim , internet arkadaşlarım, sanırım 9 yıllık, ama olsun kalbimiz bir
iris dedi ki…
kesinlikle olmalı...

tuhaftır cidden, karşılaşılınca bir anda onca zaman önceki haline döner insan :))

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah