Ana içeriğe atla

iştahsız


bu ara benim bünye yine sapıttı üzerinize afiyet... 1,5 haftadır o kadar iştahsızım ki, aklıma yemek yemek gelmiyor, acıkmıyorum. kahvaltıya bayılırım, en sevdiğim ve olmazsa olmaz öğünümdür, ona bile hevessizce yaklaşıyorum. zorla yedikten sonra bir bakıyorum ki kahvaltının üzerinden 8-9 saat geçmiş ve bende acıkma belirtisi yok.

hani eski türk filmlerinde genç kadın -ya da adam- aşık olur da iştahtan kesilir, sürekli yemeğiyle oynar ya, işte o vaziyetteyim... bazen de yemek buz kesene kadar kendisiyle bakışıyoruz... ki normalde benim için büyük bir zevktir yemek yemek...

şimdi beni willy wonka'nın çikolata dünyasına yollasalar ya da vianne'in mağazasına bıraksalar onlara bile dönüp bakmam...

hayır o diil de, buradan mide isimli dengesiz organıma seslenmek istiyorum: ne biçim bi midesin sen? azcık normal olsan ya?! ya hep ya hiç mantığıyla çalışan mide mi olur? puff :(

Yorumlar

çünkü 1,5 haftadır görüşmüyoruz :)
iris dedi ki…
ahaha hiç böyle düşünmemiştim :D

ama doğru söylüyosun :D
absalom dedi ki…
ince hastalık olmasın carmen :))
iris dedi ki…
beni pek ince hastalık bulmaz vronskyciim :D

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!