Gregory David Roberts, Shantaram'da şöyle diyor:
"İlk başlarda birini gerçekten sevdiğimizde en çok korktuğumuz şey onun bizi sevmekten vazgeçmesidir. Elbette aslında korkmamız gereken ölseler de, gitseler de onları sevmekten vazgeçememektir. Seni hala tüm kalbimle seviyorum Prabaker. Seni hala seviyorum. ve bazen sevgili dostum, sana veremediğim bu sevgi nefesimi kesiyor. Şimdi bile kalbim zaman zaman sensiz hiçbir pırıltısı, kahkahası ve uykusu olmayan bir kederin içinde boğuluyor."
Bir süredir ben de aynı şeyleri hissediyorum, nefesim kesiliyor. Seni özlemediğim tek bir an yok ve yokluğun çok büyük bir alan kaplıyor. Uyurken ve uyanıkken, iş yaparken ve dinlenirken, hatta kısacası her an yanımda olmana o kadar alışmışım ki ne beynim, ne bedenim gittiğin gerçeğini kabul etmek istemiyor. Çok zor oldu seni o çöl sıcağında bırakıp üç kişi çıkacağımız yola iki kişi çıkmak. Şimdi senden 12.042 km uzaktayız. Seni doğduğun ve büyüdüğün o bahçeye gömebilmeyi çok isterdim. Olamadı, yasaklara takıldık. Neyse ki bıyıkların İstanbul'da en sevdiğin gül ağacının altına gömüldü de küçücük bir parçanla bile olsa doğduğun yere dönebildin.
Kedi olarak girdiğin evde evlat olarak sevildin, canımız oldun. Ne çok üzülmüştüm kimse seni sahiplenmek istemiyor diye... İyi ki de kimse istememiş seni kızım. İyi ki kimse istememiş de, bize kalmışsın. Sevgi dolu küçücük kalbini ve kısacık hayatını bize bağlamışsın. Gelişine hep iyi ki dedim, uyku vakti gelip de bizden önce yatağa koştuğun anlarda, her gece tombul gövdenle üzerimde uyuduğunda, her sabah günaydın demek için kucağıma uzandığında, sevilmek ve öpülmek için şımardığında, mama yerken ağzını şapırdattığında, tabağımızdan köfte çaldığında, sana güldüğümüz zaman utanıp kaçtığında, saklanıp aniden önümüze atladığında, hatta bizimle olduğun her an, bizi seçtiğin için şükrettim. Belki inanmayacaksın ama tuvaletten çıktıktan sonra gözümün içine bakıp patilerini silkelediğinde dahi! Seni tanımak, senin her anını yaşamak çok güzeldi.
Gidişine çok ağladım, hala da ağlıyorum. Ama ne tuhaf ki yaram da, ilacım da sen oldun. Girdiğim ağlama krizlerinde beni yine sen sakinleştirdin. Bakışların geldi hep gözümün önüne. Sen mutlu bir kediydin ve hiç sevmezdin üzüntüleri, üzgünsek ya da ortam gerginse hemen kaçardın. Beni ağlarken gördüğün zamanlar, yüzüme boka bakar gibi bakar ve benden uzaklaşırdın. İşte, o bakışın benim ilacım oldu. Ağlarken aklıma geldiğinde hemen gülmeye başlıyorum. Sana helal olsun küçüğüm, bizi çok güzel eğitmişsin. Ama hakkını yemeyeyim kendini de çok güzel eğittin. Neredeyse konuşacaktın, erken gittiğin için dağarcığın iki kelimeyle sınırlı kaldı: "Anne" ve "ver". Ama o kadar güzel söyledin ki onları, birçok kişi duyduğu için deli damgası yemekten kurtulduk.
Birlikte olduğumuz bu 5,5 senede o kadar çok şey oldun ki sen bana, bize... Biliyorum, hayatımdaki, hayatımızdaki yerini doldurmak mümkün olmayacak, sensiz hayat daha az tatlı olacak. Ama en azından içim rahat. Hiç istememiştin sokakta kalmayı ve tam bir kucak kedisiydin. Birçok kedinin aksine öpülmeyi çok severdin. Bizi seçtiğin andan itibaren sana kendimizden daha iyi baktık, kendimize vakit ayırmadık bazen, ama seni hiç ihmal etmedik, ne zaman istesen seninle oynadık, ne zaman istesen seni öpücüklere boğduk, ne zaman istesen kucaklayıp sarıldık. Ve diğer avuntumsa, artık senin için "acı"nın olmayışı, çektiğin tüm acıların yok olması...
Güzel kızım, çok sevildiğini bil ve gökkuşağının altında bizi bekle; illa ki geleceğiz. Reçel'im, bebeğim, kedi böceğim... Ben eminim; elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak.
Yorumlar