Ana içeriğe atla

son dua ve yahut karanlığa ilahi


gece ipleri kopmuş bir tiyatro perdesi gibi çöküverdi şehrin üzerine... rolleri çok uzun zaman önce dağıtılmış oyun, aralıksız oynanmaktaydı; karanlıktan etkilenmedi. değişik bir oyundu, yazarı bilinmemesine ve sürekli oyuncu değiştirmesine rağmen bitmemesi ilgiyi hiç azaltmıyordu. bazı söylentiler olsa da kimse ciddiye almıyordu.

ben, ucuza kapatılmış figüranlardan yalnızca biriydim: çok farkedilmeyen -hatta silik- artık ya fark edilmeliydim ya da çıkmalıydım kadrodan... karar vermeliydim... düşünüyordum ki - aniden - büyük bir açlıkla karanlığa saldırdım, kaçacaktım. kaybolacaktım, yok olacaktım beni tanıyanlar için... kaçacaktım; zamanla unutulacak bir anı olacaktım.

geceydi, sanki yanıma almamıştım kendimi... sokaklar yabancı, şehir güzeldi. şehrin ışıkları yalnızlığımı duyumsatmıştı, bekleyenim yoktu; ne zaman eve gitsem beni bütünüyle kucaklayan karanlıktan başka. şimdi de yalnızdım, bu bir lanetti sanki... ve o kadar yalnızdım ki, gölgem bile takipte değildi beni.

kimdim ki? ne vardı hatırladığım veya hatırlattığım? yaşamım mı? bugünüm eksik, yarınım kayıp, dünümse elimde cam kırıkları… kırdığım, kırıldığım, toparladığım, toparlanamadığım, tamamlayamadan kaybettiğim; işte bu kadardım -yaşamımın özetinden anlayın melalimi- unutulacak kadar ufacık.

tuhaftı… hayat, ucu bucu olmayan bir bataklık gibiydi. hepimiz doğar doğmaz düştüğümüz bu yerde yükselmeye, ayaklarımızın çamurunu temizlemeye çalışıyorduk. öyle zordu ki... kurtulmanın da tekniği vardı -ama elinizi birinin tutması şarttı yukarılardan- ve bunu çok azımız biliyordu. çırpındıkça, azmettikçe derinleşiyordu ayaklarımızın altında… ve çamur, köklü bir sarmaşık gibi kollara bile varmaktaydı.

hayallerim vardı ve boyumu aşmaktaydı çamur. yaşamın iyi oyuncularından olamamıştım. belki kabahat bendeydi, yeteneksizdim; belki de kalıbıma uygun rol biçilememişti, eğreti durmuştu üzerimde. zamanın, zamansız anına denk gelmiştim belli ki –her zaman ki gibi–

elbet değişecekti…

bir tek yaşamım vardı ve maalesef ki onun da başrolü bana verilmemişti... değiştirecektim yazgımı ve kapacaktım bana verilmeyen rolü… kararlıydım; karanlığa ilerleyecektim, dilimde karanlığı öven o eski tiradla. zaman utanacaktı, fark edilecektim sonunda. tüm inancımla bilinmeyene yürürken, son duamı da ettim: "bat/aklık kazanan karanlık olsun!"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...