Ana içeriğe atla

yaşam ve kırgınlıklar


yaşam bütün gücüyle üstümüze gelirken, direniyoruz, bazen susarak, bazen isyan ederek. "geçecek" diyoruz (u)mutlu olmasak dahi, "geçecek"... lakin geçmiyor, bitmiyor, bazen artıyor, bazen azalıyor, hepsi bu...

yaşam da, insanoğlu da tuhaf... bazen bir kelimeyle arkadaşlarımızdan uzaklaşabiliyoruz, aramıza önce mesafeler giriyor, sonra uzuyor. önceden verilmiş sözler bir çırpıda unutuluyor... kopmak istemiyorsunuz ama, karşılaştığınız an, kulaklarınızda yine o kelime uğuldamaya başlıyor. her defasında yeniden kırılıyorsunuz, o kelimeyi gömmek hayal oluyor. kim bilir belki de zaman gerekiyor...

zaman gerekiyor düzeltmek için kırılanları... ama heyhat, hayat öyle kısa ki... masallardaki "bir varmış, bir yokmuş" gibi... bizler de öyleyiz işte, bir varız, bir yokuz, lakin galiba hiçbirimiz bunu pek umursamıyoruz ya da kırıklarımızı tamirle o kadar uğraşıyoruz ki fani olduğumuzu unutuyoruz...

sahi, kırıklarımızı tamire hiç uğraşıyor muyuz? yoksa geçici çözümlerle, göstermelik mi tüm çabamız? bilmiyorum... bildiğim kırgın olduğum... yine konuşsam, görüşsem, güleryüz göstersem de iyileştiremedim yaramı. her defasında aklıma geliyor, unutamıyorum, yine yeniden kırılıyorum... ama ayıplamayın ne olur; -hemen her insanoğlu gibi- ben de baki olduğumu sanıyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...