Ana içeriğe atla

Özlemek


Yaz ve kış, uzak ve yakın ve uyumu tezatın... Uzayan sohbetlerin saçmalığını, sadece bizim bildiğimiz o dilin akıcılığını, zamanın özensiz ve yavaş akışını özledim. Aslında şöyle söylemeliyim: Ortaya çıkamayacak kadar çok özledim. 

Uzun yıllar önce sahiplendiğimiz ve hayal ettiğimiz şeyleri düşünüyorum: Gece, yıldızlar, böğürtlen tabağı; Corpse Bride, Jaws ve resim sergileri; kedi Fiyonk, kitaplar ve fotoğraf makinesi; çıkaracağımız dergiler, çekeceğimiz belgeseller, karanlığın sohbeti ve şimdi dillendirmediğim yüzlercesi... Hatırladıkça duyabildiğimiz geçmişin sesi.

Sen; unutmadığım anılarla çocukluğumun, gençliğimin kahkahalarısın. Kadim dostum; biliyorum anlatsam kendimi, yine sadece sen anlarsın. 

Yıllardan ve yollardan sonra aklıma üşüşen, sanki asırlar öncesinden kalan bir sürü an ve çektiğin birkaç fotoğraf... Cihangir'de, Fotoğraf Cafe'de oturmuşuz. Her zamanki gibi dağınık saçlarım ve mor kazağımla sana gülümsüyorum; yanımda kedi Fiyonk. Zaman geçiyor, sonra (sanırım Mis Sokak'ta) bir masa uzanıyor aramızda. Hatta, büyüdükçe büyüyor sanki. Kırılmış bir hayaller silsilesi o masada yatıyor: On üç sene için on üç ceset. İronik belki ama bu on üç cinayeti tek bir söz öbeğiyle işlediğimi ne yazık ki ikimiz de biliyoruz. Seni kırmak istemezken dağıtan sözcüklerimi yok etmek; kaçmak istiyorum. Ve ardından sıyrılmak kimliğimden. Kaçamıyorum. Sıyrılamıyorum. Acı gerçek: Gençlik hayallerimiz de artık o masanın üzerinde; yitirilmiş olarak.

Araya insanlar, kayıplar giriyor. Tesadüf bu ya, aynı an ikimizin de yolu Kabataş'a düşüyor. Aklımda hayatıma dair onlarca soru, yanımda artık görüşmediğim insanlar ve sen karşımdasın. Selamlaşıp konuşuyoruz: Yıllar geçmemiş, hiçbir şey olmamış gibi. Geçmişte bizi bir arada görmemiş kimse hissedemez bu negatif elektriği. Aramızda uzadıkça uzayan o masayı ikimiz de unutmamışız, belli ki dün gibi aklımızda her saniyesi. Uzatmak istemediğimiz sessizliği bölüp vedalaşıyoruz. Hiçbir veda sözcüğü olmayan bir vedalaşma, ters yönlere giden insanlar... Bir anlığına arkamdan el sallayan uzun, gri bir palto. Mutsuz ve ters köşe biten bir filmin sonu gibi. Ama neyse ki görüşmemek sevmeye, özlemeye engel değil. Çünkü kadim dostum, kuvvetle muhtemel bir daha asla karşılaşamayacağımız bu mesafeden, birlikte geçirdiğimiz yılları ve seni çok özlüyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah