Ana içeriğe atla

Shantaram


İçerisinde otobiyografik ögeler de barındıran, birinci ağızdan yazılmış, kurgusu, karakter yaratımları ve mumbai (bombay) betimlemelerinde oldukça başarılı bir roman. 

Yazar betimlemelerde öyle başarılı ki okurken kendinizi kaptırıp eserin içine giriyorsunuz, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz, şaşırıyorsunuz, ama her şeyden çok merak ediyorsunuz... Son birkaç bölümü ve bitişi, beni iyi bir okuyucu olarak tatmin etmediyse de yine de kitabı sevdim... 
Ve sanırım en çok da Prabaker'ı sevdim.

Kitabı okurken Prabaker benim de arkadaşım oldu, gülüşü günümü aydınlattı. Karla'ya gıcık oldum. muhteşem güzelliği için değil, güvensizliği ve sadece insanlara karşı değil aşka karşı da içten pazarlıklı yaklaştığı için; Kadirbhai'yi hem sevdim, hem yıkıcılığından nefret ettim... Didier ile içmeyi, Johnny Cigar'ı, Vikram'ı, Lettie'yi tanımayı istedim... Yazara, yani Lin'e ya da diğer adlarından yalnızca biri Shantaram'a (anlamı Marathi dilinde: "Tanrı'nın huzur ve sükûnet bahşettiği sakin adam") karşı ise ne hissettiğim biraz karışık, bazen öfke, bazen acıma, bazen kaderciliğine ve olanca boşvermişliğine isyan edip sarsma isteği, bazen sevgi... 

Bunca duyguyu hissettirebilmesi de sanırım biraz yaşanmışlıklara dayanmasına, biraz da yazarın betimlemelerinin b
aşarısına dayanıyor...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...