Ana içeriğe atla

ben, kendim

bu, aslında eski bir yazı... hatta bu blogda yayınlanmıştı da (sonra benim über salak bir anımda, yine ben tarafından, diğer tüm yazılar gibi silinmişti buradan)
şimdi yine, yıllar sonra yayınlıyorum, devamı da gelecek. hala hiç değişmediğimi görmek iyi mi, kötü mü bilemesem de...


iris'le ilgili gereksiz bilgiler ansiklopedisi, cilt 1

* 6 aylıkken emeklemeye, 7 aylıkken yürümeye başlamışım... öyle ki, emeklediğim dönemlerde merdiven çıkıp, popo üstü kendimi sürükleyerek iniyormuşum... anlamsız bir acelem varmış kısacası, zira doğmak için de acele etmişim... ne bok varsa!

* 9 aylıkken baya baya konuşuyormuşum (anlamsız bir acele daha), hatta sürekli konuşuyormuşum... daha büyük yaşlarımda babamı arabada kusturmuşluğum bile var! galiba doymuşum konuşmaya, artık daha çok susmayı tercih ediyorum...

* ilk aşkımı 4 yaşımdayken yaşadım, karşılıklı olduğunu öğrendiğimde aradan 21 yıl geçmişti... resmen içim ezildi lan!

* çoğunlukla "soğuk" olduğumu düşünürler, ki haklılar... çocukluğumdan beri, hiç öyle sıcacık bir hatun olmadım, istesem de olamam herhalde -ama neyse ki istemiyorum-

* kazık kadar oldum, hala kahvaltıda kocaman bir bardak süt içiyorum, üstelik, nesquikli ve ballı.

* bir yanım acayip hayalperest, bir yanım acımasızca gerçekçi... hangisi "gerçek ben"im hala bilmemekteyim...

* dantel ve örgü ören kadınları hayretle izlerim... o işleri nasıl öyle sabırla ve titizlikle yapabiliyorlar anlamıyorum, o şekillerin nasıl çıktığını da. ne bileyim tamirden vs. az çok anlarım, gerekirse tesisat bile döşerim, ama elime şiş veya tığ, yanına da yününden, ipliğinden verirlerse ne halt edeceğimi bilemem...

* öyle bir şey mümkün olsa da evimde baykuş, at, fok, pisi ve kuçu besleyebilsem... kabul ediyorum, tuhaf, ama zaten tuhaf olmadığımı kim söyledi ki?

* ilk makarnamı, pilavımı, yemeğimi yapmam, çamaşır makinesini çalıştırmam vs. kısacası evle ilgili bir şeyler yapmam 22 yaşındayken gerçekleşti (farkındayım, oldukça geç) zira o zamana kadar elimi hiçbir şeye sürdürmemişlerdi.

* en sevdiğim yemeği sorsalar söyleyemem, bilmiyorum, ama en sevdiğim yiyecek çikolata...

* kedilere ve dövmelere hastayım... henüz bir kedim yok (azimliyim ama bir gün olacak), ama dört tane dövmem var. devamı da gelecek...

* çizgi filmlere, animasyonlara, animelere bayılıyorum ve yaratıcılarına inanılmaz şekilde imreniyorum.

* ilkokul çağında yazdığım oyunların sergilenmişliği var. hatta oyuncularına da dahil olduğum... (yani bu gösteriyor ki, çocukken yetenekli oluşunuz, sonranızı garantilemez)

* hala ehliyetim yok, hevesim de yok.

* yaklaşık 10 yıldır aynı parfümü kullanıyorum, vaktiyle 4 yaşındaki yeğenimin bir alışveriş merkezinde "halam burada, ama göremiyorum, arayalım çabuk!" diye kıyameti koparmasına ve öğrencilerimin nerede olduğumu bulmalarına yetecek kadar benimle özdeşleşti... ve değiştirmeyi hiç düşünmüyorum.


Yorumlar

Adsız dedi ki…
carmennnn ahahahaa hakkaten çok aveleciymişsin yahu....
ben mesela 11 yaşında konuşmaya başlamışım bu ne acele:))

hatırladım ben bunları ama sen devam et pek eğlenceli oluyo bunları okumak:))

ayrıca ben senin sıcacık olduğunu düşünüyorum...
niyeyse artık:))

iris dedi ki…
11 yaş mı? absalom ne yaptın sen yahu? az daha sabretsen, askere kadar yolu varmış :)
benimki evet, fazla acele :)
geçenlerde bloğa yazdığım yazıları okuyordum da, yedeklemiştim yorumlarıyla falan...
bi baktım 7 tane "ben, kendim" var... baktım ki, değişmemişim de, yayınlayayım dedim :)
sen şimdi beni tanıdığın içindir bence :)
çünkü eskiden arkamdan "havan batsın" diye bağırıyorlardı :/

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...