Ana içeriğe atla

suskun


zaman, ölü bir kuş şimdi avucumda yatan... ben kırılgan... sözcükler, var olamadan kaybolan...

dilsiz bir çocuk gibiyim, yükledim an(ı)ları gözlerime, olanca sessizliğimle anlatmaya çalışıyorum işte... hani bazı şeyler vardır, mühürlenir içinde... sanki hiçbir alfabe yeterli olmayacaktır kelime haline getirmeye... sanki dilin, dişlerin, dudakların, nefesin ölümüne savaşmaktadır içinden taşmak isteyen sesinle... bir yarışsa bu, onlar kazanır. sen, susarsın, dilsiz bir çocuk gibi... ölü bir kuş gibi yatarsın, bazen de acırsın kendine...

kar toplamış geçmişini, güneşle k/sarmak istersin, ellerinde iki ince şiş... bir düz, bir ters, bir düz, bir ters giderken -ve henüz yeni başlamışken- bir el dokunur (g)örmeye çalıştığın geleceğine... kaderdir, tekdüze alışkanlığıyla yine karşına dikilmiştir... olan olur... bir ters, bir ters, bir ters daha, düzler unutulur... umutlar yine gizliden gizliye koynuna doldurulur...

Yorumlar

Adam dedi ki…
bu ne edebi anlatım irisanım.
sen hep yaz, biz okuyalım.
iris dedi ki…
:) teşekkür ederim adamcıım :)
arada bir esiyor öyle, beğenmenize sevindim efenim :)
Ulen ayni kofteden, ayni spagettiden yiyoruz. Ayni votkayi ayni efes dark'I iciyoruz! Ama ben niye boyle yazamiyorum? Cevap bekliyorum.
iris dedi ki…
ben dark küpüne düşmüşüm de ondan :P
(bu arada teşekkür ederim cancağızım, her şey için;) )

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!