Ana içeriğe atla

...şimdi...




"şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,

alsın yorgun başımı
alsın cümlemi usulca kalbine koysun.

benim cümle taşıyacak halim yok."

(Birhan Keskin)

Yorumlar

Fısıltı dedi ki…
benim de :S
iris dedi ki…
nerden bulunur ki acep, bulalım peri :(
absalom dedi ki…
ben taşırım carmennnn:)))
neler taşıdı bu omuzlar cümle nekine.


"hep ben mi taşıyacağım ağırlığınca yükü omuzlarımda
hep benim sahnelerimde mi oynayacak aktörler
yapma tanrım...
bana sevincin azını ver razıyım amma
kederin ölçüsünü isterim..."

ay çok severim ben bunu.
tanrıyla pazarlık.

:))
iris dedi ki…
teşekkür ederim kii :))
ayy absalomcuum sen şimdi peri mi oldun kiii :))

bu arada güzelmiş cidden pazarlık :D
absalom dedi ki…
temem kabul ediyorum ben de pek peri tipi yok...
hatta hiç yok :)))

ama itinayla cümle taşırım.
ehehehe.
iris dedi ki…
amaa amaa amaa olmass ki..
önce aranan periyi bulduğumuzu diyosunuz, sonra yan çiziyosunuz :P
neysee absalomcumm, cümle taşımanız bilee yeter :))
P_A_N dedi ki…
taşıma cümleleri;
otur bir kıyı'ya
ve seyre dal devranı

bakma ;
sadece dinle....
iris dedi ki…
bıraktım artık taşımayı sözcükleri, cümleleri...

kıyı fikri güzel cidden... uzun zamandır yapmadığım bir şey... evet, yapmak lazım :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!