Ana içeriğe atla

nam-ı diğer kırım kongo

dün akşam "kod adı kongo" adlı tiyatro oyununa gittik... beğendik mi? beğenmedik... birincisi gereksiz uzun... bazı fikirler güzel olsa da içi doldurulmamış... bayağı bir güldü insanlar ama zaten en ufak bir küfürde gülme eğiliminde oldukları için, pek ciddiye almadık açıkçası...

ve oyunun adını değiştirdik... bundan böyle kırım kongo adı... kanımızı emdi... ve hastalığın belirtileri şöyle ortaya çıkıyor; esneme nöbetleri, uyku hali, sıcak basması, iç sıkıntısı, bileti alan arkadaşta utangaçlık hali, kaçma isteği...

yaa işte böyle... gitmeyi düşünen arkadaşlara duyurulur...

Yorumlar

damdakiadam dedi ki…
Teşekkürler..İsim güzel olmuş ama.Sevimli hafta sonları dilerim.
absalom dedi ki…
göz değmiştir göz.
ehiehi.
iris dedi ki…
vronskyciiim :))
kim göz değdirdi ki acuubaa :P
iris dedi ki…
sevgili damdakiadam, ben teşekkür ederim :) ismi de beğenmenize sevindim :)
ben de size sevimli ve şahane hafta sonları diliyorum efem :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!