Ana içeriğe atla

kurabiyelerim ve ben


iyice kurabiye canavarına döndüm! lebkuchenlerim geldi,keyfime diyecek yok :)) ama obez olacağım diye korkuyorum :D
ki o günün gelmesi; belki yarın, belki yarından da yakın...

Yorumlar

P_A_N dedi ki…
bir de bratzel olsa ne güzel olur dimi...
homeless dedi ki…
bu kurabiye canavarinin puskuutleri var
markasini hatirlamiyorum
paketi (bir paketin icinde 9 tane var)
3.5 dinar yaklasik 5 lira
cikolata parcali muzlu findikli
75 kilodan 84 kiloya cikmis ve hala durmayan kisi
LoLLa dedi ki…
eyvah bak hemen lahanaSuyu ve LimonSuyunaIlıkSu diyetine basliosun ;)

ps: afiyet olsun .)
iris dedi ki…
sevgili pan,
benim olayım tatlı :))
hiç bıkmıyorum :))
sizin için de bratzel isteyelim ;))
iris dedi ki…
homelesscııım
ne güzel bi şeymiş o yaaa :)) ama gerçi burada olmadığı iyi olmuş :))
ben de yaz başında 57 kiloydum, şimdi 62 kiloyum :D adım adım tombi oluyorum :))
iris dedi ki…
sevgili lolla
teşekkür ederim, afiyet oluyor da,
bence de eyvah :)) başlamam lazım en kısa zamanda zaten.. şu lebkuchenlerim bi bitsin, hemen başlıyorum, söz :))
absalom dedi ki…
olmassss.
obez carmen olmaz.
hayır literatüre ters efenim.
iris dedi ki…
kıhkıhkıh bence de literatüre ters vronskyciim :))
ama yerken gözlerim aynı kurabiye canavarı gibi sebimli sebimli bakıyo, aynı ona benziyorum, o kadar pis yemiyorum amaa :))

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!