Ana içeriğe atla

okan ben bi şey söyliiceemm


artık seyirci telefonu alınmasın programa lütfen...
muhabbetler dayanılmayacak derecede sıkıcı ve gereksiz oluyor...

(hee diyeceksiniz ki, "çok da umursadı!", n'apim, isteyenin bir yüzü....)

Yorumlar

Adam dedi ki…
popüleritesinin önemli bir kısmını belki de o telefon bağlantılarına boçludur.

umursama konusuna gelince özellikle sözlüklerde yazılanları umursuyorlar sanırım.
iris dedi ki…
popüleritesinin büyük bir kısmını -geçmişte özellikle- o telefon bağlantılarına borçlu olabilir, kabul...
ama şu an çok büyük bir çoğunluk şikayetçi... şahsen telefon konuşmalarında hatun kısmısının şu sakız gibi uzattığı kelimeleri, kurdukları birbirinden ilginç cümleleri, sordukları saçma soruları dinleyeceğime tv'nin sesini kısıyorum... eğer çok uzarsa da kapatıyorum... yaa işte böyleyken böyle...
evet, özellikle sözlükleri çok dikkate alıyor, biliyorum... ama bloglara bakıyor mu bilmiyorum :))
Eliza Doolittle dedi ki…
Tamamen katiliyorum. Okan'a gelen cool telefonlar da olurdu arada, simdi ozellikle abesle istigal muhabbet olsun diye midir nedir, nerede bi geyik sacmalik, hoop bitmeyen baglanti, tadi kalmadi hic.
vmutlu dedi ki…
erkeklerin programa bağlanmasını zaten istemiyorlar nitekim bağlamıyorlar da ama kızlarında çok bir farkı yok açıkçası ben sizin hayranınız yada ben size aşık demekten öteye gidemiyorlar buda programa hiçbir artı katamadığı gibi ben ve benim gibi izleyicileri sıkıyor
iris dedi ki…
evet, maalesef...
hani komik ya da eğlenceli olsa neyse... çok anlamsız, çok sıkıcı...

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!