Ana içeriğe atla

içimdeki scarlett

dün geceden beri kendimi çok seksi hissediyorum... sebebine gelince, ağzımın içindeki yara yüzünden dudaklarım şişti; siz diyin aysun kayacı, ben diyim scarlett johansson çok fena yarışırım... aslında sizler de görün diye buraya bir adet koca dudak foto koymak isterdim ama neme lazım, tehlikeli :P

ilaçlarımı almak için uğradığım eczacımız (aile dostumuz olur kendileri, çok severiz) bana; "oo şaka maka yakışmış, bak insanlar bunun için bi dünya para veriyorlar" dedi... telefonda konuştuğum bir arkadaşım "ne güzel hastalık lan o, dudak şişiriyo, bende kapayım o virüsten" dedi... hee tabii, bi de bana sorun... minicik bir yara mahvetti beni, yataklara düşürdü... sayesinde sabah akşam bağışıklık sistemini düzenleyici bir ilaç, dört saatte bir ateş düşürücü, ve sabah akşam b vitamini alıyorum... gargara ve diğer sürülen ilaçları saymıyorum bile...

benim ağzımdan duymaya alışkın olmasanız bile dayanamayacağım, söyleceğim... ben böyle virüsün ta a.q. ohh bee...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarık Akan'a Veda

bazı insanlar vardır, samimiyetine, doğruluğuna inanmanız için tanımanıza gerek yoktur. sadece bilirsiniz.  tarık akan da o insanlardandı işte. size selam vermesi için sizi tanımasına gerek yoktu, göz göze gelmeniz yeterliydi. "ün"ü hazmedememiş kimileri gibi yapmacık, gurursuz ve büyük burunlu değildi. "halk"tı o... insandı...  kendisiyle tanışma imkanım olmasına rağmen neden bilmem tanışmadım. bakırköy'de olduğu gibi, yıllarca bodrum'da da karşılaştık, bazı günler ailesiyle şahbaz motel'e  gelirdi denize girmeye... çocuk halimle hayrandım, yetişkin oldum hayranlığım hiç a zalmadı. siyasi tavrını, dik duruşunu gördükten sonra hayranlığım daha da anlam kazandı.  hiç unutmam, gökyüzünün delindiği bir kasım günü bakırköy'de karşılaştık onunla. 2-3 metre aralıkla taksi bekliyorduk ve o benden önde duruyordu. o şemsiyesiz, ben şemsiyeli olduğum halde durdurduğu taksiyi bana gönderip kendisi o yağmurda beklemeyi seçti. öyle de nazik bir insandı.  kaz...

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...