Ana içeriğe atla

şanssızlık , tesadüfler ve alaaddin'in lambası

geçenlerde bir karikatüre bakarken, "evet" dedim, "alaaddin'in lambasını bulsam, benim de başıma gelecekler aynen bu." ki zaten bu cinin de yetenekleri körelmiş galiba -duya duya bıktığımız hikâyedeki gibi- balık vermek yerine balık tutmayı öğretiyor.



ama gerçekten öyle bir şey olsa, tesadüfen o lamba elime geçse ve lambanın cini bana abuk sabuk cevaplar verse, dileklerimi gerçekleştirmese şaşırır mıyım? elbette şaşırmam... çünkü ben bu gerçekle yaşamaya alıştım; şanssızım... bazen altını çize çize söylesem de, bazen söylememeye karar versem de değişmiyor, değişmeyecek. ama yanlış anlamayın, şanssızım diyorsam, berbat durumda değilim... sadece bir şey yapmaya karar verdiğimde "talih", "tesadüf" ya da siz derseniz diyin (artık herkes inancına göre seçsin içinden) beni iteklemiyor, hani derler ya "allah yürü ya kulum" dedi diye, işte onu bana demiyor. neyse ki ben bu halimden de memnunum, komik veya garip olayların beni bulmasından, babamın dediği üzere "manyak mıknatısı" olmaktan rahatsızlık duymuyorum. lakin gündelik olaylardaki şanssızlıklar yok mu işte onlardan muzdaribim, hem de çok... (farkındaysanız, süper güçlerimin hiçbiri günlük hayatta işime yaramıyor. çünkü ne demiştik? ancak gece olup da kafam yastığa değdiği anda ortaya çıkıyor güçlerim, unutmayın... geçen gün bana "gece cadısı" diyen arkadaş da haklı galiba.)

sinir oluyorum (gerçi bir yandan da gülüyorum artık; sinirlerim bozulduğundan olsa gerek) bankada, sinemada ya da herhangi kuyruğa girilen yerde, sıra bana gelince bir şeyler oluyor. ya hanım kızımızın işi çıkıyor, ya beyzadeyi biri çağırıyor, ben öyle sırada elim böğrümde kalakalıyorum (hee sırada benim arkamda duranlar mı? onlar daha da şanssız; işte kuyruğun en sonundaki de bedevi!) acilen bir yere gidecek oluyorum, aaaa trafik tıkalı, kırk yılda bir süslenip püslenip dışarı çıkıyorum mutlaka bir şey oluyor, çok beğendiğim bir şeyi almaya gidiyorum ya bitmiş oluyor, ya defolu çıkıyor; şaşırıyor muyum? tabii ki hayır. benimki de şarkıdaki gibi; hani feridun düzağaç söylüyor ya "hiç sevmiyor beni tesadüfler" diye, aynen öyle (bu da ajda'nınki gibi oldu...)

ben en iyisi şarkımı söyleyeyim biraz; benimle ilgili olan bölümlerini tabii..

ne zaman arabamı yıkasam mutlaka yağmur yağar
yağmurda yürüsem su sıçratır üstüme pis arabalar
en uzun yanan yeşil ben geçecekken sararır
sola girsem sol tıkalı, terkettiğim şerit boşalır

şu doğru zaman, doğru yer hikayesi
nerde yazılır ki karabahtın reçetesi

...
hiç sevmiyor beni tesadüfler

ne zaman falıma bakılsa falcıları bir keder alır
dilek tutmak istesem yıldızlarım çakılı kalır
gecenin bir yarısı son sigarama dökülür çayım
telefon çalar ses gelmez: hep mi yanlış numarayım

...

yaaa; işte böyle...

Yorumlar

karadut dedi ki…
neler oluyor yaahu!
iris dedi ki…
hiçbir şey :) işte gör bak, bir karikatür nelere sebebiyet veriyor :)
bir karikatür okudum, hayatım değişti :P
karadut dedi ki…
edebiyatci insanin hali baska oluyo tabiii :)
karadut dedi ki…
ahaha =) mınah mınah düp düü dü dü düdüp! mınah mınah! düp düdüp düp! =)

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah