Ana içeriğe atla

alıntı...


konu yaşamın kendisi olduğunda hikâyeye neresinden gireceğiniz önemli olmayabilir. yaşam sinema filminden farklıdır. bir film başından izlenmediğinde, karakterler tanımakta, olayları kavramakta zorlanırız. oysa birbirimizin hayatına aradan bir yerden giriveririz. şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek, birlikte, hemen orada yaşanmaya başlar ve sürekli yeni hikâyeler yaratılır. bazı durumlar dışında, insana kendi hikâyesini yaratma hakkı tanınmıştır. hikâyesini yaratanın kendisi olduğunu kabul etmekte direndiğinde, hikâyesi tragedyasızlığın tragedyası olur.

*****

benim dinim, pişmanlık duymadan yaşamak ve pişmanlık duymadan ölebilmektir. (milapera)

*****

insan kim olduğunu bilmediği için ölümden korkar. çünkü kimliğini, çevresi ve sahip olduklarıyla tanımlamaya çalışır. onlar olmadan, ömür boyu birlikte yaşadığı halde hiç tanımadığı kendisiyle baş başa kalmaya katlanamaz. sessizliğin içindeki kendine ait o yabancıyla. onun için her anını hareket ve gürültüyle doldurmaya çalışır. ölüm onu sakladığı kovuktan çıkarana dek.

*****

hayatlarında hiç delilik yapmayanlar sandıkları kadar bilge değildirler. (la rochefoucauld)

*****

kendinize ısmarlamak için debelenmediğinizde bazen yaşam sizi bulur. yolun yarısını aşmış olsanız bile.

******

yaşam da kaçırılmaması gereken fırsatlar dizisi. iç dünyasının fakirliğiyle yüzleşmemek için sürekli hareket etmeliydi. nedenini bilemeden. bir öteye, daha öteye, hızla. çok şeye sahip olmuştu, sahip olduklarını yaşayamıyordu. hızı giderek artıyordu, durduğu an düşebilirdi.

içindeki boşluğa!

köpekbalığı hiç durmadan hareket etmek zorundadır. bu doğanın ona sunduğu yazgı. insanın yazgısı ise insan olma yazgısına karşı çıkmanın bedeli olan vakum. dünyadaki her şeyin merkezinde oluşup giderek büyüyen vakum. işin tuhafı da bu vakumun çevresinde savrulup duranların, her şeyin merkezinde olduklarına inanmaları. mafya, pop yıldızları, haber alma örgütleri, futbol, romantizm, pozitif bilim, feminizm, elitizm, politik sistemler, politikacılar, modernizm, seksizm, abd başkanı, pornografi, militarizm, psikanaliz, gurular, diğer ruhani liderler, falcılar, büyücüler, nobel ödülleri, astroloji ve daha nice kara delik adayları.

çağın ahlaksız içgüdüleri şantaj ve terör, vakumun merkezine yerleşmiş, çevrelerinde savurup durdukları bu kıpırtıların yarattığı kaosla orgazma ulaşmaya çalışırlarken!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah