Ana içeriğe atla

doğum günü(m)

bugün benim doğum günüm...

biraz buruk olsam da mutluyum... bazen umudumu, yaşama sevincimi kaybediyorum, parça parça oluyorum, ama sonra öyle bir şey oluyor ki anka misali küllerimden doğuyorum. en güçsüz olduğum an aslında en büyük güçle donandığım an oluyor, çoğu zaman bunun farkında olmuyorum.

beş seneden bu yana, ağlamadan girdiğim ilk doğum günüm bugün. dünyadaki pekçok kişinin yaşadıklarına benzer kayıplar yaşadım. belki kimilerinin yaşadıklarının yanında ufacık kaldı, kimilerininkinin yanında dev gibi, lakin kendimce çok önemliydi. çoğu defa kendimi şanslı saydım, yaşadığım her şey bana iyi, kötü birçok şey öğretti. bazen çok acı oldu bu öğrenişler; değerli olduğumu düşündüğün insanların gözünde değerimi görmek ve kabullenememek çok acıydı. ama en acısı, "o"nsuz yaşamayı öğrenmek oldu, hayatımın en ihtiyaç duyduğum noktasında. kabullendim, isyan etmedim. yaşamın kendi döngüsünde ölümün bile değerini öğrendim.

çok kişilik yalnızlıklardan geçtim. riyayı, yalanı, dolanı, dedikoduyu gördüm, çok yakınlarımdan, "insan" tanıdım, "insan" olmayanların hepsinden uzaklaştım. sınırlarımda kendimce mutlu yaşamaya çalıştım. dostlarım vardı, her anımda yanımda olan, her anlarında yanlarında olduğum... karşılıksız, çıkarsız sevdiğimiz birbirimizi... düşlerim vardı, kim bilir belki bir gün gerçekleşeceklerdi. çok şey öğrendim, bir rol yapmayı, yansıtmamayı öğrenemedim. o kadar kusur kadı kızında da olur... gerçi kusurdan bol neyim var, ama onlar da bir nevi imzamız değil miydi?

böyle işte blogcum, geldim 27'ye... zaman nasıl geçti bilmiyorum; ben hala annesinin kucağında süt bebesi; ben hala dişlerini fare kemirmiş bir sabi; ben hala ergenliğe yeni adım atmış bir âşık; ben hala kendini gizlemeye çalışan bir genç kız; ben hala annesini yeni kaybetmiş kafası karışık, ben hala hayalleriyle, umutlarıyla büyümeye çalışan bir çocuk...

yazdıkça yazasım gelse de, sonlandırmak gerek bir yerde... geçmişlerden bir yazı herhalde şimdi burada en iyisi... ağlamak demişken... yaşamak demişken... eski ve acılı bir doğum günü yazısı, şimdiki mutluluğuma tezat.

ağlayarak giriyorum yeni yaşıma, aynı o ilk doğduğum gündeki gibi… lakin acı çekiyorum şimdi… üleşiyorum acıyla… (y)anıyorum…

körpe yıkıntılarıyla yeni yaşımın, hangi yolda yürümek doğru bilmiyorum… bildiğim hangi yolu seçersem seçeyim, öteki yolun içimden gitmeyeceği… şimdi yürümek vardı, koşarcasına yürümek… kovalanıyormuşcasına… ama gitmek…

ayrılığa ramak kalmış düşlerimle gerçeklerim arası.. nereye baksam bana sürgün… değişmiyor, görünen hep aynı yol… hep yakın olmak istediklerinden uzaklaşmak ya da buna zorlanmak; tarihi belli olmayan bir hüzün. belki de hep ordaydı; en başından beri… bir yaşam adlı sürgünüm.


her şeye rağmen, yaşamak, nefes almak, yeni güne uyanmak güzel... her gecenin karanlığında, sabah gözlerini açmak umuduyla rüyaya dalmak güzel... aileyle, sevgiliyle, dostlarla paylaşılan her an güzel... kutlayan, kutlamayan, bir vesileyle yaşamıma giren herkese defalarca teşekkürler... iyi ki varsınız...

Yorumlar

khaos dedi ki…
Mutlu yıllar iris..

Vallahi ol..
Formaliteden soylemiyorum:))
iris dedi ki…
çok ama çok teşekkür ederim :))

hep birlikte mutlu olalım :))

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!