Ana içeriğe atla

kum saati ve hüzün


yaşam avuçlarımın arasında dağılan bir kum saati yine. yüreğimin aşina olduğu sevgili kırıkları. varlığımın amaçsızlığı. bitmek bilmeyen yalpalayışlarım, koşmaya çalışıp adım dahi atamayışlarım.

gece… ruhumun yalnızlığını bastırmaya çalıştığım karanlık. yegâne huzur saatleri. Kendi içime gömüldüğüm, eğri bir iğneyle anılarımı aradığım, çoğu kere kendimle çatıştığım, lime lime olmuş geçmişimi dikmeye çalıştığım, artık annemin kucağının yerini alan gece… yokluğunun sınırını zorluyorum, kendimi düşlerin kucağına atıyorum bir fahişe misali; lakin sabah yine uyanıyorum.

aynıdır, bildiğin her gün aynı, her gün birbirinin tekrarı… gündüzler, geceler hep kopyacı. dört duvarım vardır, dördü birbirinden ağlak… loş ışığım, dört duvarım, eksilmeyen müzik; nefes alır, romanımı yazarım. herkesin kendi yarattığı bir romanı vardır bilirsin, bazıları anlatmayı beceremez; yaşar sadece ve giderken götürür romanını –sen gibi–; kimileri de her yeni an/cının kaydını tutmak derdinde, bitmeyen nöbetlerde –ben gibi–. romanlarımız; gün geçtikçe kalınlaşan, bir bütünü barındıran, ancak yapboz parçalarından yalnız biri olan…

hüzündür başkahramanı romanımın; sesimin tınısına, gözlerime, saçlarımın uçuşuna yapışan, takip eden peşi sıra ruhumu. hüzündür, egemenlik kurmuş göğsümde. hüzündür, yıllardır hiç değişmeden, başkalaşmadan kalan sevgili içimde.

ben mutluluk istiyorum karşıma o çıkıyor… sevinç istiyorum, huzur istiyorum yine o… kurtuluşum yok, hangi kapıyı açsam ardında o… hayatımın tüm dönemlerinde başköşeye kurulan hep o. o işte, sen gittikten sonra yakamıza yapışan, evdeki her şeye ortak olan o; hüzün…

varlığımı tekele aldın be hüzün. ömrümü dilediğince yoğurdun, heyecanlarımı kalbimi soğuttun. romanın kahramanı oldun da azar azar eksilttin beni. yeşermeye çalışan dallarımı kırdın, toprağımı ezdin, tomurcuk vermiştim kırağı gönderdin, büyüyemedim senin yüzünden, şimdi mutlu musun; eline ne geçti hüzün: kırık bir romanın kahramanı olmaktan başka?.. benim kanımla mı beslendin, asla gerçekleşmeyecek olan düşlerimle mi büyüdün, heyecanlarıma mı âşık oldun hüzün?

romanıma girmiş çıkmış pek çok kişi, kimi kalıcı olmuş, kimi el sallamak için girmiş görüntüye, ama girmiş; anlık kareler gibi hayatıma girmiş anlık insanlar, hüznün yerini daha sağlamlaştırmışlar, zaten gitmeye niyeti yokken. az getirip, çok götürmüşler benliğimden… kimileri yakın dost postuna bürünmüş masallardaki aç kurt gibi; kimi sevgili olmuş çok seven(!). her şey geçmiş sonra, her şey hüznün laboratuarı haline gelmiş, deneyden deneye koşturmuş bizi hüzün.

geceleri, gündüzleri, düşleri, gerçekleri, hatta kelimeleri “hüzünbaz” yapmış, ellerime dahi kazımış kendini; yetmemiş ömrümü kendi istediği gibi şekillendirmesi… kalemimden de damlatmış kendini. kâğıtlara yapışmış, resimlerin içine girmiş, bazen bir fotoğraf olup basılmış hüzün.

tüm yaşlarımda iflah olamayacağım biliyorum. durmaksızın damıtırken ruhumdan kendini hüzün, biliyorum başka çıkış yok, tüm yollar kapalı. zaman doluyor, son kum damlası da bulmak üzereyken yeni yerini, ya teslim olacağım ya da… vazgeçtim söylemek istemiyorum. ben, diğer adıyla hüznün ebedi kölesi ben, teslim oluyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah