Ana içeriğe atla

hazırlıksız öykü

Ey okuyucu! Hüzünlü coğrafyamda geçer bu adını koyamadığım, hazırlıksız öykü. Hazırlıksız diyorum, çünkü gerçek başladı lakin geçecek yol bulamadı; şimdi düşlerde akmakta geceleri.

Bir varmış bir yokmuş derlerdi, masallar anlatırlardı devli perili –ki iyiler kazanırdı istisnasız, iyi olmamız istenirdi–, masallar anlatırlardı sonları mutlu biten. Biterdi masallar, gerçek evlerin içine dek sokulmuş olurdu, saklanırdı -ki kısmen pusuya yatardı-, ispatlamak için masalların sahteliğini.

Hüzünlü coğrafyamda iki duvar vardı, biri yaşam, biri ölüm arada acı akardı. Bereketli topraklarım ki bu acıyla sulanırdı. İzlerlerdi yolcular uzaktan sessiz ve kimsesiz duvarların devinimini, anlamlar yüklerlerdi hayvanlara –derlerdi ki baykuşlar yaşardı geceleri ölüm duvarında–, ve inanırlardı bu uydurduklarına. Yanaşmadan geçerdi araçlar. Islıklar, müzik sesleri kesilirdi, konuşmazlardı bile yolcular. Çöl rüzgârına karışırdı korkuları, yanık kokardı duvarın uzağında sevdalar. Zaman geçerdi, belki orada biraz daha hızlı geçerdi ama anlamazdı yolcular korkularından, uzun gelirdi “yaşanamayan zaman”. Yol uzar, kısalırdı düşler. Yaşamı da ölümü de görüp, acıyı sindirerek tadanları çağırırdı duvarlar.

Gün oldu, çöl rüzgârı seslendi, bu hırçın sese kulak veren iki yolcu geldi korkmadan, buluştu tesadüfen duvarın ortasında, acının kara sularında. Yakındılar, iki duvara da eşit mesafede kaldılar. Hüzne dolandı kadının ayakları, adam el uzattı ona… Sözcükler birikmişti dillerinin ucunda, gizleseler de paylaşmak istedikleri sözlerini, kadının ayağına dolanan hüzün açığa vurdu saklanmış kelimeleri. Adamdı önce söz alan, kavruk tenliydi; kavruk tenli coğrafyam gibi.

Derler ki ol hikâye böyle başlar. İnsanlığın var oluşuyla doğmuştur. Ama bilinir ki insanlığın tarihinden eski bir geçmişi vardır ilk nerde görüldü unutulmuştur, ilk kimde görüldü bilinmezdir, ilk etkisi nasıldı efsanedir. Oysa adına hüzün dediğimiz bu efsane büyüyerek devam ediyor.

Bakmıştı sonra kadına, belki söz beklemişti sözünün üzerine konulacak, susmuştu kadın, düşünmüştü. Yanlış bir söz çıkmasın istemişti dudaklarından. Sonra demişti:

Büyüyor, yayılıyor. Geniş coğrafyalarda salgın etkisi yaratıyor. Öyle iyi gizleniyor ki imkânsız bulabilmek gerçeği ve hayali dahi… Bir bulaşıcı hastalık sanki hüzün. Her komedinin ardında o, her mutluluğun, neşenin. Nasıl oluyor, bilinmiyor; yaşamdaki her duyguya teyelli yaşıyor hüzün.

Doğruydu adamın da, kadının da söyledikleri. Hepimiz izler taşımıyor muyduk ruhlarımızda ve bedenlerimizde hüzünle işlenmiş? Yalnız o iki yolcu muydu hüznün gözlerinde yer yaptığını itiraf edebilen ya da ona olan biçareliklerinden dem vurabilen? Devam etti ardından adam:

Ol sevda hüzne dayanır. Ol hayat böyledir çünkü sevginin biçare halidir hüzün. Taşınmaz sevgiler, acılar getirir rüzgârla, elleri bağlı kalır kimi zaman serbest olur iki duvar yaratır hüzün; birinde o diğerinde biz, iki sevgi yaratır hüzün; birini o diğerini biz yaşarız. Aradaki hayatta insanlık kalır.

Duvarlar... İnsanlık kadar eski ve yıkılmaz surlarla örülmüş, çoğu zaman yanaşılmaz. Aralarında acıyı yeşertecek kadar anlayışlı, başkasını sokmayacak kadar kör… Besleyen, büyüten, öldüren ve kararsız...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah