Ana içeriğe atla

Hayat Ve Yahut (Z)amansız Gazel


Geçti zaman, hırpalandı (y)aralarıyla; döküldü kelebek kanatlarımın pulları… Geçti zaman, yaşım büyürken ve ufalırken hayallerimin çocuk yüzü geçmiş(t)e “düş”tü(ğü)m bir mask atölyesine h/yüzün yağıyordu. Parmaklarım kanıyordu üzerime yapıştırılmış etiketleri sökmeye uğraşırken. Ve yalnızlık senden yadigâr en dramatik hediyeyken, son (g)ünün canlanmaktaydı düşümde…

Geçti zaman… Ama henüz geçmemişken, üşürdük –kırıldık– kimse anlamazken bizi. Çığlıklarla ve biraz da şımarıkça anlatmaya çalışırdık; zamanın hayâsızca ufaladığını hayallerimizi, lakin ya duymazlar, ya anlamazlardı, ya da duyup inanmazlardı bize… Yalnızca çocuktuk onların gözlerinde; hani şu “kral çıplak” diyebilen çocuklardan, bundandır ki korkarlardı bizlerden… Ve ağır gelirdi onlara gerçekler, bizse kendi başımıza d(üş[ür)ür] ezilirdik.

Geçti zaman… Büyüttü bizi sancılarıyla, sonra… Söz tükendi, gece yarım kaldı. Sesler mühürlü, sözcükler oluşmadı. Oysa dilden dile akardı söz... Ama yalan, ama gerçek, hüzünde de, gecede de akardı sel gibi, topraktan süzülür geçerdi. Söz canım(ız)dan candı, ama sustu. Kimsesiz kaldı su, söz gibi tükendi, ardından kurudu toprak, meyve vermedi hiçbir ağaç.

Zaman acı bir yemekti, kim bilir kaç gün üst üste lokma lokma yuttuk çiğnemeden. Sonra durdu zaman, geçip gittiği gibi... Kara tanıklık etti, çatlamış toprakları kadar şahitti zamanın durduğuna. Ki o da o ortak geçmişte “kral çıplak” diyebilmişti, görebilmişti gerçeği; zamanın hepimizi gün be gün erittiğini…

Geçti zaman; deniz ve şehir gölgelendi. (z)amansız ayrılıkların kar soğuğu vardı seslerde ve yüzlerde... Düşler de kar çığlığı... Demlenirken yılların demliğinde acılar, huzur gizlenmiş bir albümün kapakları altında sicim gibi akmaktaydı düşlerinin imbiğinden. Kimsesiz bir kimseyken sahibi, adım adım büyütmek isterdi paylaşabileceği her şeyini; su gibi, ekmek gibi… Zaman geçerken durmuş, mimlemişti herkesi… Artık ona gelmişti sıra; bir çığ gibi düşmekteydi düşlerinin uçurumuna ve gerçeğinin ıssızlığına, o kimsesiz sahibi albümün. Oysa ben yıllar öncesinde, düşler kurarken düşmüştüm, düşkün olmuştum varlığına, acının ortaklığına... Hüznün adımları duyulmuştu, kurulmuş saatin suretinde, ardından bir sis sarmıştı ki her yeri ve şeyi, anılar demiştim; an(ı)lar kar tutmuştu oysa geceden... Beyaz, mağrur ve üşümüştü... Çocukluğum gibi üşümüştü düşlerinin güncesinde. O (d)ilsiz çocuk, ben (k)ayıp kız ve ömrümüze mührünü vurmuş (s)ağır sultan; zaman…

Zaman geçti, söz bitti, gün tükendi düşümde, çocukluğum eskidi gerçeğimde. Eski aşklar sır oldu, dillendirmedi hiç kimse. Deniz sustu, kara küstü, rüzgâr gizlendi kendince. Düşler dindi, saniyeler işlemeye başlamışken, zaman kendi döngüsünde. Aydınlıklar eridi, gece gündüzü kararken birbirine; dibek kırılmış, havan zaten eskimiş. Rastgele diyecekken, hoşçakal demek kısmetmiş, (s)onsuz bir başlangıcın önsözünde…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah