Ana içeriğe atla

(d)ili geçmiş/(den)iz


Yaşamın geceye bakan yüzünde çocuklar gördüm, ellerinde solmuş, kurumuş gelincikler. Bir avuç suya tutarlardı ellerini, canlansın diye çiçekleri. Yağmazdı yağmur, kurur çatlardı topraklar... Deniz uzaktı, tuzlu suya bile hasret kalmıştı çocuklar. Damar damar olmuş, yaşlanmıştı yüzleri. Gözleri kapkara, ruhları tertemiz, yazgıları çapaklanmış halleriyle, sürerlerdi ayaklarını geçmişin tozlarını uçurmak ister gibi.

Dalgalanırdı uzaktan ve hatta bilinmeyen bir "herhangi" yerden deniz... Kurur, parçalanır, ayrılırdı kenetlenmiş toprakları karanın... Su değmez, rüzgâr yakar geçer, bahar güze döner... Döngü değişmeden, kara suya kavuşmadan, renklenmeden, yeşillenmeden söner gider hevesler. Kış gelir, renksizlik sarar günler gibi düşleri... Diller yorgundur, ne konuşur ne de sever kimseyi.

Yıpranır yaşamın döngüsünde, huzursuzlanmış bir aşkın ezgisi... Kıvranır eprimiş yüzünde acının yıkayıp, arındırdığı kirpikleri. Devşirir yasak sevdasını, komşu bahçeye girip gonca güllerden kaçak bir demet yapmış gibi... Aşk yasak, huzur kaçmış, yaşamak kaçak... Hem her şey var, hem yok hiçbir şey. Eller uzandığında dokunulacakmış gibiyken ama uzakken, çok uzakken ve dokunulamıyorken, sevgiyle saramıyorken tüm ruhunla bedenini, var demek doğru olur mu ki? Doğrular ve yanlışlar karışmışken, ruhlar ve düşler bütünleşebilir mi ki?

An gelir, değişim başlar acımasız ve kibirli. Çocuklar gelir, değişim teğet geçer, kibrinden düşler küser. Yine görürüm, içim yırtılır, ölmek istemem; güneş doğmuşken ve onlar hâlâ geceye bakarken…

Aklımdan kaçmak geçer gördükçe o çocukları an-be-an. Kaçmak; o küçük avuçlarını yağmura açmış, ömürlerini göğe, sorgusuzca teslim etmiş hallerinden… Kaçmak, surete dönmüş hayallerinden… Ve kaçmak; zamanın meskensiz hilelerinden. Oysa kaçmak çözüm değil; tüm bedenimle, gördüğüm tüm yüzleri hapsederek zihnime... Kaçmak yalnızca vakit kaybı, yokluğun kararan yüzünde. Çözüm; onların yazgılarının çapaklarını salt suyla yunmak ister gibi teslimiyetlerinde… Ve belki de solgun renklerini değiştirmek istermişçesine yanaklarına sürerken ölü gelincikleri, onlara eşlik etmekte…

Ben mi şanslıydım, o çocuklar mı şanssızdı; ki ben onlardan biriydim eskiden… Ama benim (den)izim vardı, karanlıklarda (d)ilsiz bırakmayan beni. Değerlendirmiştim, bir deniz bulup, sığınma vaktini… Bir deniz, “kıyısız bir deniz”. Ben olan ve ben kalacak bir deniz…

Görerek, izleyerek büyüdüm biliyorum… Çocuktum, büyüdüm; onlar büyüyemedi karanlığın gizeminde. Artık yalnız rutinden ibaret düşlemek, geçmişimi ve hatta geçememişimi... Artık huzur, eski bir uçurtmanın peşine takılıp, yeni hayalleri aramak belki... Yine yeniden denize sarılma vakti…

Ey hayat; yolla boranını silkele, ruhu geçmiş, sevinçleri pörsümüş ömrümü! Ey hayat, uğraş koparmaya denizimden beni…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

çöp çocuk ve kibrit kızın aşkı

çeviri I kibrit kız pek hoştu çöp oğlan perişan halde! endamına kapıldı: "ateşlidir herhalde!" kibrit kızla arası aşk ateşiyle doldu. bizim sevdalı oğlan yandı bitti kül oldu. çeviri II çöp çocuk bayılıyordu kibrit kız'a hele çok ateşli duran sevimli hatlarına ama ne kadar sürebilirdi bir çöple kibritin aşkı? çöp çocuk'tan geriye sadece külleri kaldı. canım sıkıldığı zaman tekrar tekrar okuduğum kitaplardandır, istiridye çocuğun hüzünlü ölümü... bu ara şu yazılılardan kafamı kaldırıp da bir şey yapamıyorum... diğer kitaplarım da okunmayı bekliyorlar... hadi dedim bu defa da kafam çok doluyken okuyayım, biraz rahatlayayım :) istiridye çocuğun hüzünlü ölümü, tim burton'ın eseri tabii... gerek çizimleri, gerek şiirleri benim için çok keyifli... ilk basımı ve çevirisi om yayınevinden çıkmıştı... ama maalesef artık om yayınevi olmadığından, o baskıları bulmak çok zor... ikinci basımı ve çevirisi de altıkırkbeş yayınlarından... çeviriler elbette aynı değil, ama yine de

haftanın şarkısı, nazende sevgilim

kaç gündür sürekli bu şarkıyı dinliyorum... takılmış durumdayım... geçenlerde yakın bir arkadaşım, "mutlaka dinlemelisin" diyerek yolladı, o günden beri kopamadım... ben bu şarkıyı nasıl olmuş da bunca zamandır kaçırmışım? bir yandan enstrümantal versiyonu, bir yandan azeri versiyonu, bir yandan bu... türkiye türkçesi versiyonunun sözleri şöyle; değdi saçlarıma bahar gülleri nazende sevgilim yâdıma düştün sevenin bahtına bir güzel düşer sen de tek sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün gözlerim yoldadır, kulağım seste ben seni unutamam en son nefeste ey ceylan bakışlım, ey boyu beste gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün sensiz dağ yoluna çıktım bu seher öksüz kumru gibi güller lâleler "sen niye yalnızsın?" sordular eller gurbette sevgilim aklıma düştün nazende sevgilim yâdıma düştün nazende sevdiğim (azeri türkçesi) azeri versiyonunun (yani aslında orjinalinin) sözleri de sözleri de şöyle (yani umarım :) : değdi saçlarıma bah