Zamanın geçişini gördüm; içimde onlarca insan öldü, hepsini teker teker gömdüm. Sonsuz sandığım her şeyin “s”ni kaybettim. Benimsedim ve alıştım yalnızlığa.
Kimliksiz kalmayı diledim. Çırılçıplak kalacaktım; etiketsiz… Oysa sonra fark ettim ki, ismim bile etiketlerimden yalnız biriyken, anlamsızdı istediğim.
Sustum ve ağladım. Yanılttığım tar/lihimle başbaşaydım. “Farklı olacak.” diye emin olduklarımın aynılığını gördüm. Gözyaşım akarken kurudu, ben sanki büyüdüm.
Sana anlatmayı düşündüm… Yolları; dünyaya kara bir sakız gibi yapışmış olan adaletsizliği; çırpınışlarımızdaki acıyı, tekdüzeliği…
Sana anlatmayı düşündüm… Aşkın muhteşemliğini; sevginin belki daha biz doğmadan önce kalbimize yerleştirilmiş fünyesini; ilişkilerin bitişini; dileklerin ve hayallerin an be an tükenişini...
Sana anlatmayı düşündüm… Sonra, vazgeçtim… Aklımdan geçen her şeyi birer birer sildim.
Kurtuluşun olmadığı bir tal/rihti yalnızlık. Ezeli ve ebedi bir mabetti, zamanın umarsızlığında. Benliğimizi kaplayan bir avaz, dudaklarımıza yapışmış bir ıslıktı yalnızlık.
Sustum ve ağladım. Sana anlatmaktan vazgeçtiğim şeyleri düşündüm. Canımın sıkıntısını, ruhumun kırıklığını, kimliğimi; kimsesizliğimi... Düşsüz kalışımı, hayal kurmaktan korkuşumu, ölümün her şeyin üzerine sinen soğuğunu sana nasıl anlatayım?
Anlatamam, çıkaramam dilimin ucuna gelen sesleri, susarım kırıklarımla. Yağmurun sesini dinlerim uzun uzun, ellerine uzanırım usulca; tutamam. Ağır ağır ilerlerim yolumda. Bilirim, hayat ölümsüzlüğü düşlerken ölüme yenilmektir aslında.
Yorumlar