Ana içeriğe atla

ben var az şey istemek


uzun uzun, huzurla uyumak istiyorum; "sabah alarm çaldığında uyanabilecek miyim?" endişesi taşımadan...
çıplak ayaklarımla toprağa basmak, çimenlere uzanmak, bulutlara bakıp hayal kurmak istiyorum...
şimdi 9 günlük tatil "uyku" için iyi fırsat...
ama toprağa basmak, çimenlere uzanmak, bulutlara bakıp düşlere dalmak için biraz daha (tamam, kendimi kandırıyorum en az 6 ay) zaman var...

Yorumlar

absalom dedi ki…
koca istanbulda çayır çimen yok mu carmen halla halla...
hadi yok toprakta mı yok.

basınız arada parkta markta toprağa...
enerji alışverişi iyidir.
ha görenler deli der belki ama varsın desin eheehe.

:P
iris dedi ki…
vronskycimmmm
yok burda çayırr çimennn, getirrrseneee :D

gerçi çocuklar palmiye yaprağı getirmişlerdi ama o sayılmazz :P

deli desinlerr, deliyim ki ben :D

Bu blogdaki popüler yayınlar

ara

ilişkilerle ilgili en gıcık olduğum kavramlardan birisi "ara verme"dir. hiç anlamam... bilgisayar mıyız lan biz, kapayıp açtığımızda eski, normal işleyişimize geri dönelim? mesele özlemekse, bunu dillendirmeden bahaneler uydur, görüşme, özle... mesele sorunlarsa konuş, anlat, dinle, çözmeye çalış... bir süre görüşmediğinde sorunlar ortadan kalkacak mı? ama mesele bu değil elbette. ara vermek ayrılığın önsözünü yazmaktır. kolaylaştırmaktır bir nevi... ilişkiye ara verilir, zaman geçer, bu sürede onsuz da yaşanılabildiği keşfedilir, ufak sorunlar göze batmaya başlar; zaman geçer, kişiler geçen zamanda kendilerini ayrılığa alıştırır... sonra birleşilir yeniden, ama kaçınılmaz son kapının eşiğinde beklemektedir... küçük bir kıvılcıma bakar her şey, önsözden sonra, roman da biter...

şimdi, biliyorum

"bu sabah yağmur var istanbul'da", ben pencerenin ardına saklanmış sokağı izlemekte ve içimdeki tekir kırgın kırgın bakmakta yüzüme... bugün anılardan başka hiçbir şeyim yok... elimdeki "aşk" dolu kupadan yudumlayarak yağmuru izliyorum... ve bekliyorum sanki, hiç gel(e)meyecek birini... oysa gelse şimdi, aniden çalınsa kapı, kapıyı açtığımda karşımda o olsa... bir an bakışsak, sonra hiç vakit kaybetmeden sarılsak... ayrılmasak... "geçmiş"in ve "gelecek"in olmadığı sonsuz bir "şimdi" içinde... bugün yağmur var istanbul'da... rüzgâr, o hiç gel(e)meyecek olandan şarkılar fısıldarken, ben cumbada eski bir istanbul hanımefendisi suretinde beklemekte... ve dışarıda hüzün var bugün, bu gece, bitmemecesine... o burada... gelse de, gelmese de... yüreğimdeki tekir kıpırdanıyor, tatlı mırıltılar içimde... biliyorum benimle ve o bilmese de; tar/lihim ellerinde...

aynılarından istiyorum :)

bunların ikisini de istiyorum! çok tatlılar, çok! kedinin o kızgın bakışları, kızın o muzur ifadesi... lütfen, bana da... süphaneke dinimiz amin!